9 Ağustos 2015 Pazar

Kuran’ı anladığınız dilde okuyun…


Kuran’ı anladığınız dilde okuyun…
Allah Kuran'ı okumamız ve ayetler üzerine düşünmemiz için göndermiştir.

Kuran’da tam 6666 ayet var. Düşünün binlerce ayet indirmiş Allah. Peki ne için? Hiç okunmasın ve özenle kumaş bir beze sarılıp duvara asılsın diye mi? Yoksa Arapça okunup hiç anlaşılmasın diye mi? Kuran’ı okuyup anlamadıktan sonra, hayata geçirmedikten sonra, bunun insan için nasıl bir faydası olabilir, nasıl bir anlamı olabilir?
Allah Kuran’da “ayetlerimi düşünün” demiyor mu, “yalnızca Kuran’dan sorulacaksınız” demiyor mu? Peki insan Arapça bilmediği halde Kuran’ı Arapça okursa, ya da dinlerse o zaman nasıl ayetleri bilecek ve bu ayetlerden sorumlu olacak? Bu son derece mantıksız değil mi? İnsanın aklıyla düşünüp bu gerçeği çok net bir şekilde kavraması gerek. Fransız olan Kuran’ı Fransızca okur, Alman olan Kuran’ı Almanca okur, Türk olan da Kuran’ı Türkçe okur.
Öyle olmasa, Kur’an’ı iyiden iyiye düşünmezler miydi? Yoksa birtakım kalpler üzerinde kilitler mi vurulmuş? (Muhammed Suresi, 24)
…Şu halde Kur'an'dan kolay geleni okuyun. Allah sizden hastalar olduğunu, başkalarının Allah'ın fazlından aramak için yeryüzünde gezip-dolaşacaklarını ve diğerlerinin Allah yolunda çarpışacaklarını bilmiştir. Öyleyse ondan (Kur'an'dan) kolay geleni okuyun… (Müzzemmil Suresi, 20)
Geleneksel İslam anlayışına sahip kişiler arasında Kuran’ın sadece Arapça olarak okunması gerektiğine dair yaygın bir kanaat var. İnsanlar Kuran’ı kendi dillerinde okuduklarında, Allah’ın emir ve yasaklarını anlayamayacakları, eksik ya da yanlış sonuçlara çıkarabileceklerine inandırılmışlar. Oysa her yabancı dildeki kitap gibi Kuran da bütün dillere çevrilebilir ve böylelikle her dilde insan tarafından okunup anlaşılabilir.
Kuran’ın Arapça dışında diğer dillerde okunması durumunda kişinin aynı sevabı kazanamayacağı gibi çarpık ve hatalı bir anlayış da yine benzer şekilde tüm İslam alemine hâkim durumdadır.
Allah Kuran'ı sadece Arap kavminin ya da Arapça bilen insanların okuması ve uyması için indirmemiştir. Kuran, her kavime Peygamberlerin gönderildiğini ve bu peygamberlerin kavimlerine kendi dillerinde mesajlar getirdiklerini söylemektedir.
Tevrat Hz. Musa’nın kavminin dilinde yani İbranice’dir. İncil de Hz. İsa’nın kavminin dilindedir ve Aramice’dir. Aynı şekilde Hz. Lut’un aldığı vahiyler kendi kavminin dilindedir. Hz. Nuh’a gelen vahiyler de gene kendi kavminin diliyledir.. Kuran’ın, Tevrat’ın, İncil ve Zebur’un kutsal olmasının sebebi Allah katından indirilmiş olmalarıdır. Kutsal olan dil değil mesajın kendisidir. Kuran; Allah’ın din gönderdiği her kavme kendi dilinde hitap etme adetinden dolayı Arapça olarak indirilmiştir.
Sonuç olarak Kuran sadece Arapça okunabilir’’ demek yanlıştır. Kuran tüm insanlığa indirilmiş son kitaptır ve her dilde okunabilir. Öğüt alabilmek için herkes anladığı dilde okumalıdır.
Ve şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız.(Zuhruf Suresi, 44)

Hz. Mehdi’nin zuhur alametlerinden biri daha gerçekleşti!


Hz. Mehdi’nin zuhur alametlerinden biri daha gerçekleşti!
İmam Mehdi'nin zuhuru olmasa kıyamet çoktan kopmuştu, bitmişti dünya.

Peygamberimizin Hz. Mehdi’nin zuhur alameti olarak bildirdiği hadislerin hepsi bu yüzyılda arka arkaya gerçekleşmiştir. Hz. Mehdi’nin zuhurunu inkâr eden hocaların bu alametlerin arka arkaya nasıl gerçekleştiğine bir açıklama getirmeleri gerekir. Ama onlar açıklama getirmek yerine hem bütün bu hadisleri reddederler, hem de ısrarla “Hz. Mehdi gelmeyecek” diye diretirler.
 
Hz. Mehdi’nin gerçekleşen yüzlerce zuhur alametlerinden birkaçını sayarsak; Fırat’ın suyunun kesilmesi, Irak’ın üçe bölünmesi, Müslümanlara baskının artması, İran Irak savaşı, Afganistan’ın işgali, çölde bir ordunun kaybolması, Ramazan ayında ay ve güneş tutulmaları, Lulin (çift başlı) kuyruklu yıldızın çıkışı, depremlerin artması, güneşte bir alamet belirmesi, büyük şehirlerin yok olması, Kâbe baskını, Iraklıların para biriminin kalmaması…
 
Yine peygamberimizin Hz. Mehdi’nin zuhur alameti olarak bildirdiği bir hadis daha gerçekleşti! Kuşkusuz hadisin peygamberimizin tam söylediği gibi gerçekleşmesi çok büyük mucizedir.
 
“ Mekke’nin dağları delinmiş (tüneller yapılması), binaları dağlara erişmiş, saatin gölgesi inananların üzerine düşmüş gördüğünde, vakit (Hz. Mehdi’nin çıkış vakti) gelmiştir. (İbn-i Abi Şeyfah-El Muşannef hadis 124) (El Ezraki- Kitab-ı Akbar Mekka Hadis 1724)
 
Saatin gölgesi üzerinizde ise artık dikkat et (Mehdi’nin çıkış vaktidir.) (Nuaym Bin Hammad- Kitabı Fiten 1:42, Hadis No: 59)
 
Mekke’yi karnı açılmış, içinden nehir gibi yollar geçerken (tünellerin inşa edilmesi) gördüğünde… (Nuaym Bin Hammad- Kitabı Fiten 1:42, Hadis No: 59)
 
Resimde Mekke’de inşa edilen çok büyük bir saat kulesini göreceksiniz. Peygamberimizin 1400 yıl önce bildirdiği bu alamet bugün gerçekleşmiştir. Hadiste yine bildirildiği gibi Mekke’de dağlar tünellerle delinmiştir.  Peygamberimiz bu tünelleri dağlardan geçen “nehir gibi yollara” benzetmiştir.  
 
Peygamberimiz hadisinde “binaları dağlara erişmiş, binalar dağları aşmış” ifadelerini kullanmaktadır. Gerçekten de Mekke’de son yıllarda dağları aşan gökdelenler inşa edilmiştir.
 
“Saatin gölgesi inananların üzerine düştüğünde vakit (Hz. Mehdi’nin çıkış vakti) gelmiştir” ifadesini incelersek peygamberimiz “artık dikkat et” diyerek bu alametin Hz. Mehdinin çıkış vakti olduğunu Müslümanlara müjdelemiştir. Tam peygamberimizin söylediği gibi Mekke’ye inşa edilmiş olan dünyanın en büyük saat kulesinin gölgesininKabe’de ibadet eden Müslümanların üzerine düştüğünü görüyoruz.
 
Saat kulesinin yapım aşaması ve açılışı çok konuşulmuş ve tüm dünyanın dikkatini çekmiştir. Hadiste 1400 yıl önce bildirilen bu detayların tek tek gerçekleşmiş olması çok büyük bir mucizedir. Bütün bu alametlerin arka arkaya gerçekleşmesi Hz. Mehdi’nin zuhurunun çok yakın olduğunun delilidir. Hz. Mehdi’nin zuhurunu inkar eden ve bu hadisleri reddeden hocalar çok yakında Hz. Mehdi’yi karşılarında göreceklerdir.
 
Kaynak: http://hzisavehzmehdiyibuyuzyildagorecegiz.blogspot.com.tr/

Siz de “Ben daha çok gencim, dini ileride yaşarım” mı diyorsunuz?


Siz de “Ben daha çok gencim, dini ileride yaşarım” mı diyorsunuz?
Gençken iman etmek, hayatını Allah'a adamak ve Allah'ı herşeyden çok sevmek çok değerli.

Öyle çok insan var ki böyle düşünen… “Ben daha çok gencim, dini yaşlanınca yaşarım. Yaşlanınca namaz kılarım, hacca da giderim. Şimdi birgençliğimi yaşayayım, dilediğim gibi gezip tozayım, önce bir hayatımı yaşayayım. Yaşlanınca nasıl olsa elden ayaktan düşünce köşeme çekilir hem namaz kılarım, hem de dini yaşarım. Böylece Allah beni affeder, ben de cennetlik olurum.” İşte insanların bilinç altındaki düşünceler bunlar. Milyonlarca insan kendisini bu şekilde kandırıyor.
Her nedense insanlar umursuzluk ve kayıtsızlık psikolojisiyle hareket ediyor ve dini ihtiyar insanların, orta yaşlı kişilerin, arasıra evlere gelip mevlüt okuyan hocaların ya da cuma günleri Yasin-i şerif okuyan ninelerin dini olarak görüyorlar. Bu batıl anlayışın bir sonucu olarak, dinin, insanların ölüme yaklaştıkları dönemde ya da üzüntü ve sıkıntı anlarında ihtiyaç duydukları bir rahatlama, huzur ve teselli vasıtası olduğu düşünüyorlar. Bu çarpık mantığa göre daha genç yaşta, yani tam dünyanın nimetlerinden faydalanılacağı bir dönemde, din ahlakını yaşamaya başlamak kabul görmüyor.
Kuşkusuz bu son derece yanlış bir bakış açısıdır. Kur'an'da haber verilen gerçek İslam sadece yaşlandıktan sonra yaşanacak bir din değildir; tam aksine, insanı iyiyle kötüyü ayırt etmeye başladığı yaştan itibaren yaşayacağı bir güzellik ve kurtuluştur.
Yaşlılık, çoğu zaman hastalıklar, bedeni zayıflıklar nedeniyle insanın pek çok acizlik içinde yaşadığı bir dönemi oluşturur. Gençlik ise Allah'ın insana verdiği en büyük nimetlerden birisidir. Gerek fiziksel, gerekse zihinsel yönden insanın en yüksek verime ve kapasiteye sahip olduğu bu dönemde insanın Allah'ı unutması, yapabileceği en büyük nankörlüklerden birisi olur. Allah'ınKuran'da farz kıldığı, iyiliği emredip kötülükten men etmek, İslam ahlakını insanlara anlatmak, Allah'ın şanını yüceltmek gibi çok önemli hükümleri genç, güçlü ve sağlıklıyken yerine getirmeyen bir kimse, yaşlılıkta bunları nasıl yapabilir?
Allah Kuran'ın çeşitli yerlerinde inanmış, Kendisi’ne gönülden bağlanmış gençlerden övgüyle bahsetmektedir:
O gençler, mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: "Rabbimiz, Katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl)... (Kehf Suresi, 10-14)
Hz. Musa'ya da kendi döneminde kavminin bir kısım "genç"lerinden başkası iman etmemiştir:
Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı. (Yunus Suresi, 83)
Kuran'da bahsi geçen peygamberlerin de birçoğu genç yaşta bu önemli sorumluluğu yüklenmişlerdir. Hz. İbrahim de bu mübarek insanlardan birisiydi. Henüz genç yaştayken çeşitli putlara ibadet ederek Allah'a ortak koşan kavmiyle ilmen mücadeleye girişmiş ve insanlar arasında tanınmaya başlamıştı. Öyle ki, kavminin önde gelen inkârcıları, "Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları (putları) diline doladığını işittik" (Enbiya Suresi, 60) demişlerdi.
Kuran'a göre insan akılca olgunlaştığı, şuuru açıldığı andan itibaren Kuran ahlakını yaşamakla yükümlüdür. "Dini ilerde yaşarım" diyerek gençken din ahlakından uzak bir hayat sürdürmeye razı olan bir kimsenin aslında beş dakika sonra dahi hayatta olacağına dair hiçbir garantisi yoktur. Allah bu konuyla ilgili şöyle buyurur:
Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah'ın Katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır. (Lokman Suresi, 34)
Genç, güçlü ve sağlıklıyken Allah'ın davetine icabet etmeyenlerin, ahiretteki akibetleri Kuran'da şöyle tasvir edilir:
Ayağın üstünden (örtünün) açılacağı ve onların secdeye çağrılacakları gün, artık güç yetiremezler. Gözleri 'korkudan ve dehşetten düşük', kendilerini de zillet sarıp-kuşatmış. Oysa onlar, (daha önce) sapasağlam iken secdeye davet edilirlerdi. (Kalem Suresi, 42-43)
Bir de halk arasında, "gençken hayatımı yaşar, ölmeden önce de nasıl olsa tevbe ederim, hiç günahım kalmaz" gibi batıl bir inanış daha var. Genelde bilgisizlikten ve din ahlakından uzak bir yaşamdan kaynaklanan böyle batıl bir zihniyet, Allah'a karşı çok büyük bir samimiyetsizliktir. Çünkü bu lafın gerçek anlamı: "Ben şimdi her türlü günaha girer, her türlü kötülüğü yaparım, Allah'ın sınırlarını dilediğim gibi çiğnerim. Daha sonra, hayatımın sonuna doğru da tevbe edip, ahiretimi de kurtarmış olurum" demektir. Hâlbuki "kalplerin özünde saklı olanı bilen" Allah, böyle samimiyetsiz bir zihniyetin başarıya ulaşamayacağını, böyle tevbelerin Kendi Katında geçerli olmayacağını önceden bildirmiştir:
Tevbe; ne kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 18)
Bu akıldan yoksun düşüncenin sahibi, Allah'ı gereği gibi takdir edemediği için, kendince Allah'ın kendisini bir tevbeyle affedeceğini ve cennete sokacağını zanneder. Günlük hayatında yaptığı küçük uyanıklıklar gibi Yüce Rabbimiz Allah'ı aldatabileceğini sanır. Oysa sonuçta aldanan da, hüsrana uğrayan da elbette kendisi olur. Ummadığı bir anda ölüm onu hazırlıksız bir şekilde yakalar ve bunun geri dönüşü yoktur. Fakat buna rağmen hayatında sahip olduğu o sinsi zihniyetini de beraberinde taşır. Bu küstah, fakat, aynı zamanda da umutsuz çırpınış Kuran'da şöyle haber verilmiştir:
Sonunda, onlardan birine ölüm geldiği zaman, der ki: "Rabbim, beni geri çevirin. Ki, geride bıraktığım (dünya)da salih amellerde bulunayım." Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir. Onların önlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir engel (berzah) vardır. (Müminun Suresi, 99-100)
Unutmayın ki samimiyetsiz insan hayatının her anında samimiyetsizdir. Dini yaşamayı yaşlılığa erteledikçe erteleyecek ve ölüm kendisini yakalayana kadar da kendisine ölümü yakıştırmayacaktır. Allah samimi olmayan kullarının kalbini imanla doldurmaz. O insan da ancak öldüğünde ne kadar büyük bir yanılgı içinde olduğunu anlar ama artık iman etmek için çok geçtir. O insan için dünyaya dönmek de asla mümkün değildir.

Kızdığınız kişiyle zihninizi meşgul ederseniz ne olur?


Kızdığınız kişiyle zihninizi meşgul ederseniz ne olur?
Kuran'a göre müminin üzülmesi, ağlaması haramadır, mümin tevekkül etmekle yükümlüdür.

Kendi kendinize senaryolar üretirsiniz.
O kişiye takılıp kalmakla, aileniz ve çocuklarınızı incitirsiniz.
Kızdığınız kişi belki mutluyken, siz kendi kendinizi mutsuz etmeye devam edersiniz. Çevrenizdeki dostlarınızı da incitmeye başlarsınız. Sinir hastası olmaya başlar, aşırı öfke üzüntüye kapılıp sonunda kalp hastalığı, bel fıtığı, ülser vekanseri tetiklersiniz.
Sizin bu durumunuz, takıntı yaptığınız kişiye asla zarar vermez.
Siz sadece kendinize ve yakın çevrenize zarar verirsiniz…
Tercih sizin, ya kendi kendinize zarar vererek takıntı yapmaya devam edin, ya da her şeyi zamana bırakın…
Bütün bu açıklamalar doğru. Bir de imani yönden değerlendirirsek Kuran’a göre kızmak, sinirlenmek, öfkelenmek mümine yakışmaz. Her olay insanın kaderindedir. Eğer bir insan size bir söz söylüyorsa o sözü kaderinde olduğu için söylüyordur, kendi kendine değil. Sözü Allah söyletir, olayları Allah evirip çevirir. Eğer insan böyle derin düşünmezse olayları, sözleri, yaşananları Allah’a değil de insanlara verir. Bunun ardından da acı çekmeye, üzülmeye, ıstırap duymaya başlar. “Neden böyle söyledi, neden böyle davrandı? diye düşünüp düşünüp, kendisini yer durur. Hâlbuki insan kendi başına hareket edemez, adım bile atamaz, ağzından bir kelime bile çıkmaz. Her söylediği, her yaptığı kaderindedir, Allah’ın yaptırdığı hareketleri yapar.
Mümin bu bakış açısıyla olayları değerlendirmeli ve dünyanın nefis eğitimi üzerine kurulu olduğunu bilmeli. Tüm olaylar Allah tarafından insanın kendisini eğitmesi için özel olarak yaratılır. Ne yanınızdaki insan tesadüftür, ne bedeninize gelen hastalık, ne geçirdiğiniz bir kaza. Allah hepsiyle sizi imtihan eder ve Kendisine yönelip yönelmeyeceğinizi dener. Müminler samimi bir kalple Allah’a yöneldiklerinden her imtihanda Allah’a sabırla ve tevekkülle şükrederler. İnkâr edenler ise nimet içinde olsalar da yakınırlar, zorluk içinde olduklarında da isyan ederler. İşte samimi mümin ile inkar eden insan imtihan ortamında böyle birbirinden ayrılır. Biri imtihan olduğunu bilerek, her şeyde bir hayır görerek, mutmain bir nefisle neşe içinde yaşar. Diğeri de sürekli ıstırapla, kederle “neden bunlar benim başıma geldi” diyerek hayatı kendisine ve çevresine zindan eder.
Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. (Bakara Suresi, 155)
Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi, 35)
Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı. (Saffat Suresi, 106)
Hiç şüphesiz, Biz her şeyi kader ile yarattık. (Kamer Suresi, 49)

İslam dininde Sırat köprüsü” diye bir şey yok!


İslam dininde Sırat köprüsü” diye bir şey yok!
Hurafeler nesilden nesile aktarılmış, Kuran'ı bilmeyenler de hepsine inanmış.

Sırat köprüsü ile ilgili anlatılanları duydunuz mu? Hani altında cayır cayır yanan bir ateş olan öyle birköprü ki, kıldan ince, kılıçtan keskin. İnsan ne yapıp edip bu köprüyü geçmek zorunda. Geçemeyen aşağıya düşüp cehenneme atılıyor.
Peki insanı böyle bir köprünün varlığına inandıran ne? Tamamen kulaktan dolma bilgiler değil mi? Bir toplum düşünün, Kur'an’ı hiç okumuyor. Ya da hiç anlamadığı bir dilde okuyor. Ayetlerden hiç haberi yok. Dolayısıyla biri birşey anlattığında da hemen inanıyor, çünkü doğruluğunu ve yanlışlığını anlayacak bilgisi yok. Kur'an’da sırat köprüsü diye bir şey yok. Öyle herkesin bu köprüden geçeceği, kafirlerin aşağı düşeceği, müminlerin kurtulacağı da yok. İnsanlar daha canları alınırken gelenmeleklerin görüntüsünden ve tavrından cennete mi cehenneme mi gideceklerini anlayacaklar, kimse sırat köprüsünden geçmeyecek, ya da geçmeye çabalamayacak.
Sırat köprüsü ile ilgili uydurmaları en güvenilir hadis kitaplarında kolayca bulabilirsiniz: 
Ebû Sa'id el-Hudri'nin rivayet ettiğine göre, Sırat köprüsü, kıldan ince, kılıçtan keskindir. Sırat'ın uzunluğu bin senelik yokuş, bin senelik iniş ve bin senelik de düzlüktür. Bu mesafe bazı insanlar için olacaktır. Her bir kimsenin bu mesafeyi geçmesi, amelleri ile orantılı bir zamanda olacaktır. (Mansur Ali Nasıf, Tâc, V.394; Acluni, Keşfül-Hafa, II, 31). 
Kıyamet gününde Cehennemin üzerine Sırat köprüsü kurulur. Bu köprüde kaypak yerler, ayakların kayıp sabit kalamayacağı kısımlar, kapanlar, demirden kelepçeler, dikene benzer kılçıklar vardır. İmanlı kişiler, amellerine göre, göz açıp kapamadan, ya şimşek gibi, ya hızla uçan bir kuş gibi, ya iyi koşan asil bir at hızıyla geçer giderler. Böylece bir Müslüman ya hiç zarar görmeden veya yara bere içinde geçip kurtulur. Yahut feci şekilde Cehennem ateşine düşer. (Buhari, Müslim)
Sırat köprüsünü geçmek herkesin nuruna bağlıdır. Kimi göz açıp yumuncaya kadar, kimi şimşek gibi, kimi yıldız akması gibi, kimi koşan at gibi Sıratı geçerler. Nuru çok az olan da yüzüstü sürünür. Elleri ve ayakları kayar, tekrar yapışır. Nihayet, sürüne sürüne kurtulur. (Taberani)
Gördüğünüz gibi yobazlar ne hadisler uydurmuşlar, üstelik bu hadisleri nesilden nesile aktarıp insanları da kandırmışlar. Müminlerin yapması gereken sadece Kur'an’ı bilmek ve Kur'an’a uymaktır. Kur'an’ı Türkçe okuyun, dinimizi öğrenin. Böylece neyin hurafe olduğunu, neyin gerçek İslam olduğunu anlayabilirsiniz. Kur'an ahlakını hayata geçirip Allah’ın istediği gibi samimi bir hayat yaşayabilirsiniz.

Sen de “benim kalbim zaten temiz” mi diyorsun?


Sen de “benim kalbim zaten temiz” mi diyorsun?
İnsan Allah'ı samimi bir kalple sevmeli, samimi kalple Allah'a yönelmeli.

Dini anlatmaya başladığımız birçok insandan duyduğumuz bir cümle bu: “Benim kalbim zaten temiz...”
Kalbinin temiz olmadığını iddia eden biriyle daha karşılaşmadım henüz. Herkes kendisine göre çok iyi, çok samimi vecennetlik. Peki ama Allah’a göre öyle mi?Kuran’a göre öyle mi? İnsanın kendisini kendi kafasına göre değil, Kuran’a göre değerlendirmesi gerek. Çünkü karşılığı da Kuran’a göre olacak.
Bir insanın samimi olup olmadığını görmesi ve kavraması için söylediğim gibi Kuran’a bakması gerekir. Şuara Suresi'nin 89. ayetinde cennete girecek olanların "Ancak Allah'a selim (temiz) bir kalp ile gelenler..." olduğu bildirilir. Ancak Kuran'da bildirilen kalp temizliği, günümüz toplumlarından bazılarının anladığı gibi bir temizlik değildir. "Kalp temizliği"nin öneminden yola çıkarak, "ben insanlara hiç kötülük yapmıyorum, fakirlere arada sırada yardım ediyorum, demek ki Allah'ın istediği ahlaktayım" demek, kendi kendini aldatmaktan başka bir şey değildir. Çünkü Kuran'a göre kalbin temiz olması demek, Allah'a yönelmiş ve O'na itaat etmiş, vargücüyle Allah'tan korkan, Allah'ı çok seven, candan iman eden olmak demektir.
Belki bazı insanlar, arada sırada fakirlere yardım ederek, hayvanlara yiyecek vererek, komşularına gülümseyerek, "iyi insan" olarak tanınabilirler. Ve elbette bunlar güzel özelliklerdir.Ancak cehennemden kurtulmanın, Allah'ın rızasını ve rahmetini kazanmanın yolu, "iyi insan" olarak tanınmak değil, Allah'ın Kuran'da tarif ettiği şekilde yaşayan salih bir mümin olmaktır.
Allah Kuran'da şöyle bildirir:
Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman eden ve Allah yolunda cehd edenin (yaptıkları) gibi mi saydınız? (Bunlar) Allah Katında bir olmazlar. Allah zulmeden bir topluluğa hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 19)
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren;namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
Kuran'a göre kalbi temiz olan insan, Allah'a iman eden, Allah'ın emir ve yasaklarına harfiyen uyan, O'na teslim olmuş insandır. İslam'a göre, bundan farklı bir "kalp temizliği" söz konusu değildir. Kuran'da, "kalp temizliği"nin ne anlama geldiği detaylı olarak anlatılmaktadır. Buna göre, kalbi temiz olan insan, sürekli Allah'ı anan ve kalbi Allah'ın zikriyle "mutmain" olmuş (tatmin bulmuş) kişidir. Öyle ki Kuran'da müminler şöyle tarif edilir:
Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur. (Rad Suresi, 28)
Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir… (Hac Suresi, 35)
Allah, müteşabih (benzeşmeli), ikişerli bir kitap olarak sözün en güzelini indirdi. Rablerine karşı içleri titreyerek korkanların O'ndan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri Allah'ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır. İşte bu, Allah'ın yol göstermesidir, onunla dilediğini hidayete erdirir... (Zümer Suresi, 23)
Dolayısıyla kalp temizliği, insanı Allah'tan uzaklaştıran tüm engellerin kalpten arındırılmış olması anlamına gelir. Böyle bir insan dünya hırsından, bencillikten, korkudan, güvensizlikten uzak olur. Allah'tan başka varlıklara bağlanmaktan, onlara Allah'tan bağımsız bir sevgi duymaktan kurtulur.
"Benim kalbim temiz, dine uymasam da olur" yanılgısını öne sürenler, Allah'ı ve müminleri aldattıklarını sanabilirler, oysa yalnızca kendilerini aldatmaktadırlar.Bu ifade ancak,ibadetlerini uygulamaktan kaçınan ve yanlış bir yaşam tarzını Müslümanlık olarak göstermeye çalışan bir insanın samimiyetsizliğidir. Ancak ne Allah Katında ne de müminlerin gözünde bu tür samimiyetsiz tavırlar kabul göremez.

Kur'an okumadan önce yapmanız gereken tek bir şey var


Kur'an okumadan önce yapmanız gereken tek bir şey var
Allah Kuran'ı bizim okumamız ve ayetler üzerinde düşünmemiz için göndermiştir.

Bildiğiniz gibi yobazlar dinimizi alabildiğine zorlaştırmışlar. Namazla ilgili kendi kafalarından tam 300 sayfa kural koymuşlar! Oysa hem namaz çok kolay, hem abdest almak çok kolay. Sanki din yaşanmasın diye ellerinden geleni yapmış bağnazlar.
Kur'an’ın okunmaması için de ellerinden geleni yapmışlar. Kur'an’ı özel çantalara koyup yukarılara asmışlar ki, kimse okumasın, kimse bilmesin. Koydukları kurallarla insanları adeta Kur'an’dan özellikle uzaklaştırmışlar.
Yobazlar Kur'an okumak için abdestli olmak gerektiğini savunurlar. Oysa Kur'an okumak için abdestli olmak şart değildir. Her ortamda, her koşulda Kur'an okunabilir. Kur'an okunmasını şartlara bağlamak İslami değildir.
Kur'an'a göre abdest sadece namaz kılmak için gereklidir. Müslümanlara namaz dışında hiçbir ibadet için abdestin farz olmadığı, Kur'an'da abdest emrinin sadece namaza kalkma şartına bağlı kılınmasından da anlaşılmaktadır. Rabbimiz Maide Suresi 6. ayette şöyle buyurmaktadır.
Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı mesh edin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da.. Ayetten de anlaşıldığı üzere abdest ibadeti sadece namaz kılmak içindir.
Din adına sorumlu olduğumuz tüm detayları Kitabında bizlere bildiren Rabbimiz Kur'an okumak için yapılması gereken ön şartı da Kur'an’da şöyle bildirmiştir.
Öyleyse, KURAN OKUDUĞUN ZAMAN, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın… (Nahl Suresi 98)
Görüldüğü üzere Kur'an okumak için abdest şartı yoktur. Müminler Kur'an’a göre Kur'an okumaya başlamadan önce “Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım” demekle yükümlüdürler. Bunun dışında Kur'an’da olmayan hükmü Allah adına söylemek (Kur'an abdestsiz okunamaz demek) büyük bir samimiyetsizliktir. Zaten Yüce Rabbimiz Kitabını ayrıntılı kıldığını Kur'an’da belirtmektedir.
“Allah size Kitap`ı ayrıntılı kılınmış bir halde indirmişken, Allah`ın dışında bir hakem mi arayayım?” (Enam Suresi, 114)
Bu yüzden Kur'an okumak için abdestin gerekli olduğu gibi bir ayet olmadığı sürece böyle bir iddiada bulunamayız. Abdest, Kur'an için değil sadece namaz kılmak için bir zorunluluktur. Bununla beraber isteyen abdest alabilir. Yeter ki bunu dini bir gereklilik olarak dayatmasın. Bütün bunların yanında yobazlar kadınların adet döneminde namaz kılamayacaklarını, oruç tutamayacaklarını ve Kur'an okuyamayacaklarını öne sürerler. Bunların hiçbiri Kur'an’da yoktur. Kadınlar adet döneminde namaz kılabilir, oruç tutabilir ve Kur'an okuyabilirler. Kadınlar diledikleri kıyafetle, yatarken, otururken Kur'an okuyabilirler. Allah binlerce ayeti Müslümanlar okusun ve hayata geçirsinler diye göndermiştir.

Bizim PKK’ya verecek bir avuç bile toprağımız yok!


Bizim PKK’ya verecek bir avuç bile toprağımız yok!
PKK Deccal'in örgütüdür ve Türkiye'yi parçalamayı asla başaramayacaktır.

Bu Vatan'dan verilecek bir avuç toprak, necip Türk Milletinin bütün haysiyetini, şerefini, onurunu, asaletini, gücünü, varlığını, namusunu yok etmek demektir. BU, ASLA OLMAYACAKTIR. Bizim PKK ile tek bir anlaşmamız vardır. Bu anlaşmanın temeli, Atatürk'ün şu eşsiz sözleridir:
"Esas, Türk Milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Türk'ün haysiyeti, izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. BÖYLE BİR MİLLET ESİR YAŞAMAKTANSA MAHVOLSUN EVLADIR. Binaenaleyh, YA İSTİKLAL, YA ÖLÜM!"Kemal Atatürk
Şu an başımızda olan hükümet tüm stratejisini, tüm planlarını Atatürk’ün bu sözleri üzerine kurmalıdır. Türkiye asla ve asla bölünmeyecektir. Öcalan ve PKK hiçbir zaman Türk topraklarında Kürdistan’ı kuramayacak hiçbir zaman bu kutsal toprakları bölemeyecekler.
Türk ordusu, polisi, jandarması PKK’yı bu ülkeden kovacak güçtedir. Türk devleti bir an önce artık operasyonlara başlamalı ve PKK’yı ülkemizden atmalıdır. Bu savaşı ya biz kazanacağız, ya biz! Türk milleti şerefsiz, onursuz yaşayamayacağına göre aksi mümkün değildir!

Tayyip Erdoğan ve Davutoğlu gördünüz mü? PKK polisimizi marketten nasıl kovuyor!


Tayyip Erdoğan ve Davutoğlu gördünüz mü? PKK polisimizi marketten nasıl kovuyor!
75 milyon adına sesleniyorum, Türkiye'de böyle görüntüler görmek istemiyoruz!

Sizlere sesleniyorum Sayın cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğanve başbakan Ahmet Davutoğlu, acaba sizlerde seyrettiniz mi, kalbinize müthiş bir öfke oturarak,PKK polisimizi nasıl küfürlerle, nasıl bağırıp çağırarak marketten kovuyor. Böyle bir eyleme nasıl da cesaret ediyor! 
Görüyor musunuz yaşananları! PKK utanmadan markete giren polisleri marketten kovuyor ve “Katil polis, defolun, gidin camide siz bekçilik yapın!” diye bas bas bağırıyor. Bir de üstüne üstlük “bakma arkana! Bakma arkana!” diyerek tehditler savuruyor!
Türkiye’nin bir marketinde Türk polisi PKK tarafından işte böyle korkunç bir eyleme maruz kalıyor, polisler hiç seslerini bile çıkartmadan o marketi, arkalarına bile bakmadan terk ediyorlar. Sonra polisler toplanıp bu çapulcuları yakalayıp kodese tıkmıyor, yapılan eziyete razı oluyorlar. Kimse sesini çıkaramıyor. Bu eziyet için nerden emir geldiyse Türk polisi PKK’ya karşı hiçbir şey yapmıyor, yapamıyor!
Şimdi soruyorum, sayın Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu sizlere, nasıl bir ülkede yaşıyoruz biz? Almanya’da olsa Alman polisi PKK’nın ağzını burnunu kırar, hepsini toplayıp hapse tıkar. Amerika’da olsa, Çin’de olsa, Fransa’da olsa bu azgın terörist grup nasıl bir karşılık alır, durup düşünün. Asla böyle şımarıklık yaptırmazlar bunlara! Bu kadar mı aciz kaldık üç beş çapulcunun karşısında? Bu kadar mı sindirildi polisimiz, jandarmamız?
Bu videoyu seyreden bir vatandaşımız “insanlığımdan utandım” diye yazmış. Neden bu Türkiye’nin vatandaşı olarak biz utanıyoruz?Neden utandırıyorsunuz bizleri? Binlerce askerimiz var, çok güçlü bir ordumuz var. Neden caydırıcı güç kullanmıyorsunuz? NedenGüneydoğu’yu PKK’ya teslim edip teröristleri bu kadar şımartıyorsunuz?
PKK Güneydoğu’da binlerce çocuğu kaçırdıkça, evleri, kahvehaneleri bastıkça, sokaklarda terör estirdikçe bizim canımız acıyor. Siz acaba görmüyor musunuz? Türk halkı “artık yeter” diyor ve “polisimize, Kürt kardeşlerimize karşı artık bu zulüm bitsin” diyor.
…onlar, şehirlerde azgınlaşmışlardı. Böylece oralarda fesadı yaygınlaştırmış-arttırmışlardı.' Bundan dolayı, Rabbin, onların üzerine bir azab kamçısı çarpıverdi. Çünkü senin Rabbin, gerçekten gözetleme yerindedir. Fecr Suresi, 11-14)
Bizler PKK’nın karşısında ezilen, korkan Türkler olmayacağız, üç beş çapulcuya ülkemizi bırakmayacağız. Gerekirse milli seferberlik ilan edin, ama Türk halkına böyle görüntüleri seyrettirmeyin. Cumhurbaşkanına, başbakana, Genel Kurmay başkanına, tüm devlet yetkililerine sesleniyorum. Çözüm süreci diye bir şey yoktur, PKK Güneydoğu’yu ele geçirmiştir. Eğer buna bir dur demezseniz, tüm gücünüzle karşı koymazsanız tüm şehitlerimizin kanı yerde kalacak ve ülke paramparça olacaktır. Eğer bu olursa 75 milyon şehit ölsün daha iyi, Allah bize bu günleri göstermesin. Atatürk’ün ve Türk milletinin canla başla savunduğu bu topraklar asla ve asla bölünmesin. 

İşte PKK’nın çocuk askerleri!


İşte PKK’nın çocuk askerleri!
PKK Güneydoğu'da tertemiz binlerce çocuğumuzu kaçırıyor, hem de yıllardır!

Öncelikle bu yazımı yayına alacak Milliyet Blog yetkilerinin yazımın sonundaki resimleri mutlaka yayınlamalarını rica ediyorum. PKK’nın nasıl küçücük çocukları kaçırıp dağda Komünist Marksist eğittiklerinin görülmesi açısından bu resimlerin herkes tarafından görülmesi çok önemli.
 
PKK son altı ayda tam 331 çocuğu kaçırıp dağa kaldırdı, son iki yıl içinde kaçırılan çocuk sayısı ise 2350!Düşünün binlerce çocuk ailelerinden koparılıp dağa kaçırılıyor ve hepsi azılı bir terörist olarak yetiştiriliyor. Ve devletimiz bu konuda hiçbir şey yapamıyor, Güneydoğu’da halkımızın can güvenliğini sağlayamıyor, çocuklarını bu azılı teröristlerden kurtaramıyor.
 
Bakın PKK çocukları kaçırmak için nasıl bir yöntem kullanıyor:
 
PKK'nın eleman temini için Kürtçe dil kursları ve sosyal faaliyetlerle bir araya getirdiği gençleri ve çocukları, propaganda yöntemlerini kullanarak sempatizan haline getirdiği ve suça sürükledikten sonra kuryeler aracılığıyla kırsala götürdüğü belirlendi. Terör örgütünün şehir yapılanmasının örgüte eleman sağlamak amacıyla son günlerde özellikle üniversitelerde doğu kökenli öğrencilere yönelik yoğun bir çalışma yürüttüğü kaydedildi.
 
Özellikle "Kürtçe dil kursu" ya da sosyal faaliyet bahanesiyle toplanan gençler, örgütün yönlendirilmesiyle çeşitli gruplara dahil ediliyor. Yürütülen propagandayla sempatizan haline getirilen gençler, güvenlik güçlerine mukavemet, kamu binalarına saldırı eylemlerine karıştırılıyor. Daha sonra eyleme katılanlar gençler, "Aranıyorsunuz, cezaevine gireceksiniz" sözleriyle korkutup, örgütün dağ kadrosuna yönlendiriliyor.
 
Düşünün, küçücük bir çocuk önce ailesinden koparılıyor, sonra dağa çıkarılıyor. Ardından kafası Marsist, Komünist ideolojiyle yıkanıyor. Çocuk sahte idealler uğruna rahatça silahını Mehmetçiğe doğrultan bir teröriste dönüşüyor. Ardından yakalanırsa yıllarca hapise atılıyor ve hayatı tamamen mahfoluyor. Artık vatanına, milletine, ailesine bağlı o çocuk gidiyor, yerine dininden nefret eden, milletinden, vatanından nefret eden azılı bir katil geliyor. Kürtlerin vatanı Komünist Kürdistan değil Türkiye’dir. Müslüman Kürt kardeşlerimiz PKK’nın baskısından nefes bile alamaz hale gelmiştir.
 
Şimdi bu çocukları azılı bir katil olarak eğiten Öcalan’ı temize çıkarmaya çalışanlar görsün. Acaba kendi çocukları kaçırılmış olsa, kendi çocukları katil olsa, kendi çocukları kendilerinden koparılsa, yine Öcalan’a karşı bu kadar saygı dolu ifadeler kullanabilecekler mi? Yine “dağa çıkışlar nitelikli oldu” diyebilecekler mi? “Öcalan serbest bırakılmalı” diye diretebilecekler mi?
 
Türkiye bir devlet olarak Güneydoğu’da PKK’nın hakimiyetine mutlaka son vermeli, asker, polis, jandarma ve korucular birlik olarak Kürt kardeşlerimizin güvenliğini sağlamalıdır. PKK Güneydoğu’da çocuklarımızı kaçıracak cesareti asla bulamamalıdır.Türkiye gerekirse PKK’yı Türkiyeden atmak için İran ile işbirliği yapmalıdır. Kürt kardeşlerimiz yıllardır PKK tarafından ezilmekte ve eziyet görmektedir. Çocuk kaçırmalar, terör eylemleri, kurulan pusular artık sona erdirilmelidir. Türkiye çok ciddi bölünme tehdidi altındadır. Bu yüzden Türkiye tüm dikkatini PKK’ya verip tüm gücünü PKK’nın def edilmesi için kullanmalıdır.

Ben ne yapayım dünya arkadaşını, cennet kardeşim olmadıktan sonra?


Ben ne yapayım dünya arkadaşını, cennet kardeşim olmadıktan sonra?
Dünya dostu değil ahiret kardeşi bulun...

Bu dünyada çok dostum var diye övünenler var ya... İşte onlar ahirette çok ama çok şaşıracaklar. Çünkü bir bakacaklar, o dost bildikleri yüzlerce insandan bir teki bile yok yanlarında. O sürekli pohpohlayanlar, tek bir sözle koşup gelenler, dünya hayatında birbirleriyle yardımlaşanlar, yedikleri içtikleri ayrı gitmeyenler, gece gündüz birlikte sabahlayanlar... Ahirette bu kişilerin hiçbiri yanlarında olmayacak, yapayalnız kalacaklar...
Çünkü iman olmadan hiçbir zaman karşınızdaki gerçek dostunuz olmaz. Eğerarkadaşınız sizi Allah’a çekmiyorsa, dine çekmiyorsa, ahireti hatırlatmıyorsa, bilin ki o gerçek dostunuz değildir. Hatta eğer bu dost bildiğiniz insan sizi dünyaya çekiyorsa, dini kötülüyorsa, bilin ki o gerçek dostunuz değil, tam tersine gerçek düşmanınızdır. İster bu kişi çok samimi arkadaşınız olsun, ister ailenizden biri olsun, o dostunuz değil düşmanınızdır. Bir insana yapılabilecek en büyük kötülük onu dinden uzaklaştırıp dünyayı sevdirmektir. Çünkü bu o kişiyi adım adım cennetten uzaklaştırıp cehenneme yaklaştırır. İnsan öldüğünde bakacak ve  kendisini dinden uzaklaştıran kişinin cehenemin tam ortasında düştüğünü görecek:
"Derdi ki: Sen de gerçekten (dirilişi) doğrulayanlardan mısın?"
"Bizler öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuzda mı, gerçekten biz mi (yeniden diriltilip sonra da) sorguya çekilecekmişiz?"
(Konuşan yanındakilere) Der ki: "Sizler (onun şimdi ne durumda olduğunu) biliyor musunuz?"
Derken, bakıverdi, onu 'çılgınca yanan ateşin' tam ortasında gördü.
Dedi ki: "Andolsun Allah'a, neredeyse beni de (şu bulunduğun yere) düşürecektin."
"Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı, muhakkak ben de (azap yerine getirilip) hazır bulundurulanlardan olacaktım. (Saffat Suresi, 52-57)
İnanın sizi dünyaya çeken yüzlerce dostunuz olacağına bir tane cennet kardeşiniz olsun. Dünyada gerçekten güvenebileceğiniz, size Allah’ı hatırlatan, ayetleri hatırlatan, dini yaşamanıza vesile olan, birlikte Allah’ı anacağınız tek bir insan olsun. O size yeter. Böyle bir insan her şeyden değerlidir. Sizin sonsuz cenneti kazanmanıza vesile olur. Cennet ise insanın sonsuza kadar en güzel arkadaşlıkları tadacağı yerdir. Orada peygamberler, salihler, kısacası gerçek dostlar müminleri bekler.
Diğer taraftan inkar etmeyen yüzlerce arkadaş size dünya hayatında her şeyi sağlayabilir, her türlü yardımı yapabilir. Ama bu onların da sizin de gerçek dost olduğunuzu göstermez. Çünkü iman olmadıktan sonra gerçek dostluk yaşanamaz. O dost bildiğiniz kişi de ailenizdeki kişiler de kendi çıkarlarıyla çatıştığında sizi hemen satar.
Dünya hayatının sonunda sonsuz bir cennet ve cehennem hayatı varsa gerçek dost bunu hatırlatmalı ve dostunun kalbinin Allah aşkıyla dolmasına vesile olmalıdır. Bu yüzden Allah Kuran’da müminlerin gerçek dostunun nüminler olduğunu söyler. Bu yüzden insanın gerçek ailesi de, dostu da, kardeşi de kendisini ahirete çeken müminlerdir.
Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O'nun elçisi, rüku ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü'minlerdir. (Maide Suresi, 55)
Ey iman edenler, mü'minleri bırakıp kafirleri veliler (dostlar) edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah'a apaçık olan kesin bir delil vermek ister misiniz? (Nisa Suresi, 144)
Kim Allah'ı, Resûlü?nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır. (Maide Suresi, 56)