28 Ekim 2013 Pazartesi

Hastalar için gerçek şifa: Bediüzzaman’ın Hastalar Risalesi- 14


Hastalar için gerçek şifa: Bediüzzaman’ın Hastalar Risalesi- 14
İnsanlar ne kadar aciz olduklarını en çok hasta olduklarında anlarlar.

Geçenlerde burada yazmaya başlayan özürlü bir blog yazarının bir yazısına şahit oldu. Kendisi “özürlü olmak bana ilahi bir hediyedir” diye yazmış. Kısaca yazılarını incelediğimde gerçekten Allah’la dost olan, imanlı, Allah’tan gönülden razı olmuş bir insan olduğunu anladım.Bediüzzaman Risalelerde hastalığın hasta için çok hayırlı olduğunu belki de dünyaya dalıp Allah’ı unutacak kişinin Allah’a yönelmesine vesile olduğunu anlatır. Bu blog yazarı da Bediüzzaman’ın Hastalar Risalesi’ni defalarca okuduğunu yazmış. Gördüğünüz gibi derin imanı ona çok güç vermiş, hastalığı için şikayet etmek şöyle dursun, sürekli Allah’a şükrediyor, bunun bir imtihan olduğunu ve güzel tavrının karşılığını ahirette alacağını biliyor.
Gördüğünüz gibi Bediüzzaman’ın Hastalar Risalesi her hastanın başucunda bulunması gereken mükemmel bir eser. Bu yüzden ondokuzuncu bölümden devam ediyorum:
ON DOKUZUNCU DEVÂ:Cemîl-i Zülcelâlin bütün isimleri, “Esmâü’l-Hüsnâ – Allah’ın en güzel isimleri” tabir-i Samedânîsiyle ( hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın ifadesiyle) gösteriyor ki, güzeldirler. Mevcudat (varlıklar) içinde en lâtif, en güzel, en câmi âyine-i Samediyet de hayattır. Güzelin aynası güzeldir. Güzelin mehâsinlerini (güzelliklerini) gösteren ayna güzelleşir. O aynanın başına o güzelden ne gelse güzel olduğu gibi, o hayatın başına dahi ne gelse, hakikat noktasında güzeldir. Çünkü, güzel olan o Esmâü’l-Hüsnânın güzel nakışlarını gösterir.
Hayat, daima sıhhat ve âfiyette yeknesak (tekdüze) gitse, nâkıs (noksan) bir ayna olur. Belki bir cihette adem ve yokluğu ve hiçliği ihsas edip (hissettirip) sıkıntı verir, hayatın kıymetini tenzil eder (düşürür) , ömrün lezzetini sıkıntıya kalb eder (dönüştürür). Çabuk vaktimi geçireceğim diye, sıkıntıdan ya sefahete, ya eğlenceye atılır. Hapis müddeti gibi, kıymettar ömrüne adâvet (düşmanlık) edip, çabuk öldürüp geçirmek istiyor.
Fakat tahavvülde ve harekette ve ayrı ayrı tavırlar içinde yuvarlanmakta olan bir hayat, kıymetini ihsas ediyor, ömrün ehemmiyetini ve lezzetini bildiriyor. Meşakkatte ve musibette dahi olsa, ömrün geçmesini istemiyor. “Aman güneş batmadı, ya gece bitmedi” diye sıkıntısından of, of etmiyor.
Evet, gayet zengin ve işsiz, istirahat döşeğinde her şeyi mükemmel bir efendiden sor, “Ne haldesin?” Elbette, “Aman vakit geçmiyor; gel bir şeş beş oynayalım. Veyahut vakti geçirmek için bir eğlence bulalım” gibi müteellimâne (elem duyarcasına) sözleri ondan işiteceksin. Veyahut tûl-i emelden (uzun emelden) gelen, “Bu şeyim eksik; keşke şu işi yapsaydım” gibi şekvâları işiteceksin.
Sen bir musibetzede veya işçi ve meşakkatli bir halde olan bir fakirden sor, “Ne haldesin?” Aklı başında ise diyecek ki: “Şükürler olsun Rabbime, iyiyim, çalışıyorum. Keşke çabuk güneş gitmeseydi, bu işi de bitirseydim. Vakit çabuk geçiyor, ömür durmuyor, gidiyor. Vakıa zahmet çekiyorum; fakat bu da geçer. Her şey böyle çabuk geçiyor” diye, mânen ömür ne kadar kıymettar olduğunu, geçmesindeki teessüfle bildiriyor. Demek, meşakkat ve çalışmakla, ömrün lezzetini ve hayatın kıymetini anlıyor. İstirahat ve sıhhat ise, ömrü acılaştırıyor ki, geçmesini arzu ediyor.
Ey hasta kardeş! Bil ki, başka risalelerde tafsilâtıyla kat’î bir surette ispat edildiği gibi, musibetlerin, şerlerin, hattâ günahların aslı ve mayası ademdir (yokluktur). Adem ise şerdir, karanlıktır. Yeknesak istirahat, sükût, sükûnet, tevakkuf (durgunluk) gibi hâletler, ademe, hiçliğe yakınlığı içindir ki, ademdeki karanlığı ihsas edip sıkıntı veriyor. Hareket ve tahavvül ise, vücuttur (varlıktır) , vücudu ihsas eder. Vücut ise hâlis hayırdır, nurdur.
Madem hakikat budur; sendeki hastalık, kıymettar hayatı sâfileştirmek, kuvvetleştirmek, terakki ettirmek (yükseltmek) ve vücudundaki sair cihazat-ı insaniyeyi o hastalıklı uzvun etrafına muavenettarane (yardım edercesine) müteveccih etmek (yönelmek) ve Sâni-i Hakîmin (Hikmetle Yaratanın) ayrı ayrı isimlerinin nakışlarını göstermek gibi çok vazifeler için, o hastalık senin vücuduna misafir olarak gönderilmiştir. İnşaallah çabuk vazifesini bitirir, gider. Ve âfiyete der ki: “Sen gel, benim yerimde daimî kal, vazifeni gör. Bu hane senindir, âfiyetle kal.”
Bu konuyla ilgili diğer yazılarım:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder