15 Eylül 2013 Pazar

Risale-i Nur’da Mehdiyet yok diyenlere cevap -1

Risale-i Nur’da Mehdiyet yok diyenlere cevap -1
Bediüzzaman Risalelerde "beni Hz. Mehdi sananlar yanılıyorlar" diyor.

Günümüzde bazı Nur talebelerinin ısrarla Mehdiyet’i, Hz. Mehdi’nin ve Hz. İsa’nın bu yüzyılda geleceğini kabul etmeye yanaşmadıklarını hayretle izliyoruz. Peki o zaman nasıl Bediüzzaman’a ve Risalelere sadık kalıyorlar? Nasıl Bediüzzaman’ın izinden gittiklerini iddia ediyorlar? Peki neden Bediüzzaman kendisinden bir asır sonra gelecek ve zulümatı dağıtacak bir mübarek bir şahsı müjdeledi? Nur talebeleri inkâr etsin diye mi yüze yakın yerde Hz. Mehdi’den bahsetti? Bu konu ahir zamanda olduğumuz için çok büyük önem taşıyor. Bu yüzden bende Risalelerde Hz. Mehdi’nin nasıl anlatıldığını sizlerle paylaşmak için bir yazı dizisi hazırlamaya karar verdim. Eminim bu deliller samimi Nur talebeleri için çok önem taşıyacaktır.
Önceki Mehdiler ahir zamanın büyük mehdisi ünvanını almamışlardır:
Said-i Nursî imzalı "Tekbirâtü'l-Huccac fî Arafat" başlıklı mektupta, "Nurun ehemmiyetli bir kısım şakirtleri pekmusırrâne olarak (ısrarla ve inatla) âhirzamanda gelen âl-i Beytin büyük bir mürşidi seni zannediyorlar. Sen de onların fikirlerini musırrâne (ısrarla) kabul etmiyorsun, çekiniyorsun.Bu bir tezattır. Hallini isteriz" diye sormaları sebebiyle, onlara cevap olmak üzere, BUNDAN SONRA GELECEK MEHDÎ-İ RESULÜN, temsil ettiği kudsî cemaatin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi olduğu, bunların imanı kurtarmak, hilâfet-i Muhammediye (Müslümanların manevi lideri) ünvanıyla şeâir-i İslâmiyeyi ihyâ etmek ve inkılâbât-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur'âniyenin ve şeriat-ı Muhammediyenin kanunlarının bir derece tâdile uğramasıyla O ZÂT, bu vazife-i uzmâyı yapmaya çalışır. Nur şakirtleri birinci vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur'da gördüklerinden, ikinci, üçüncü vazifeleri de, buna nisbeten ikinci, üçüncü derecededir diye, Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsini haklı olarak bir nevi mehdi telâkki ediyorlar. Bir kısmı, o şahs-ı mânevînin bir mümessili olan bîçare tercümanını zannettiklerinden, bazan o ismi ona da veriyorlar. Hattâ, evliyanın bir kısmı, keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nur'u aynı o âhir zamanın hidâyet edicisi olduğu, bu tahkikatla teville anlaşılır diyorlar.
İki noktada bir iltibas (karıştırma) var; tevil lâzımdır.
Birincisi: âhirde iki vazife, gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller. Fakat hilâfet-i Muhammediye ve ittihad-ı İslâm avamda ve ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkârında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor. Gerçi her asırda hidayet edici bir nevi mehdî ve müceddid geliyor ve gelmiş. Fakat herbiri üç vazifeden birisini bir cihette yapması itibarıyla, ÂHİRZAMANIN BÜYÜK MEHDÎSİ,ÜNVANINI ALMAMIŞLAR.
İkincisi: ÂHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI, ÂL-İ BEYT'TEN OLACAK. Gerçi mânen ben Hazret-i Ali'nin bir veled-i mânevîsi hükmündeyim. Ondan hakikat dersini aldım. Ve âl-i Muhammed  bir mânâda hakikî Nur şakirtlerine şâmil olmasından, ben de âl-i Beytten sayılabilirim. Fakat Nurun mesleğinde hiçbir cihette benlik, şahsiyet, şahsî makamları arzu etmek, şan ve şeref kazanmak olmaz. Nurda ihlâsı bozmamak için uhrevî makamat dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur bilirim diye, yarı muvafakat şeklinde bir cevap verilmekte ve bu mehdîlik teklifi açık ve kesin olarak reddedilmemektedir. (Şualar, 14. Şua, sf. 388, 389)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder