25 Eylül 2013 Çarşamba

Hz. Mehdi’ye olan özlem şiirlerde: Bitmeyen sevdam


Hz. Mehdi’ye olan özlem şiirlerde: Bitmeyen sevdam
Hz. Mehdi insanlara gerçek sevginin nasıl olacağını öğretecek, Allah aşkıyla da çok sevilecek.

Bugün sizlerle Hz. Mehdi’ye duyulan özlemin nasıl şiirlere yansıdığını paylaşmak istiyorum. Hz. Mehdi’ye duyulan derin sevgi, aşk ve özlem o kadar çok şiire yansımış ki... Sonunda insanlar bu yüzyılda yıllardır hasretle bekledikleri Hz. Mehdi’ye kavuşacaklar. Ona sarılıp özlem giderecekler. Gerçek sevgiyi, şefkati onunla tadacaklar, gerçek Allah aşkını onunla görecekler. Hz. Mehdi için yazılan şiirleri sizlerle vakit buldukça paylaşacağım. Böylece insanların bu  mübarek insanı nasıl şevkle beklediklerine hep birlikte şahit olacağız.
Bitmeyen Sevdam...
Bu şiir senin için, güzel sevgilim
Bu alemi movla can, sensiz neylerim
Cemalinin karşısında, soldu güllerim
Bitmeyen sevdam, her şeyimsin sen

Kalbime bir ateş, düşünce baktım
Aşkının olmadığı, her şeyi yaktım
Sana olan aşkımla, nefsimden kaçtım
Bitmeyen sevdam, her şeyimsin sen

Umudum, hayalim, her şeyim sensin
Sizler değil sözümü, mevlam beğensin
Alemde her şeyden, daha güzelsin
Bitmeyen sevdam, her şeyimsin sen

Kalp yanık, kalem kırık, kağıt pare
Kurban olurum ben, o güzel yare
Götürseler kıyamette, benide nare
Bitmeyen sevdam, her şeyimsin sen

Sevimlisin benim için, her şeyden fazla
Kapından da kovsan, ayrılmam asla
Gözlerimde yaş, gönlümde yasla
Bitmeyen sevdam, her şeyimsin sen

Zehra güllerinin, tek gonca gülü
Seslenen gönüllere, şeyda bülbülü
Bulunmaz alemlerde, aşkının türü
Bitmeyen sevdam, her şeyimsin sen

Kıyamete yakın komünistler dünya çapında komünal devlet kuracaklar...


Kıyamete yakın komünistler dünya çapında komünal devlet kuracaklar...
Ahir zamanda tüm dünyada son kez Hz. Mehdi liderliğinde İslam hakimiyeti yaşanacak, Hz. Mehdi ve Hz. İsa yaklaşık 7 ile 9 yıl arasında hüküm sürdükten sonra altınçağ dönemi sona erecek. Hz. Mehdi’nin ve Hz. İsa’nın vefaatının ardından insanlar yine dinden dönecek ve  komünizm dünyaya son kez hakim olacak. Komünistler bütün dünyayı ele geçirip komünal devleti kuracaklar. Ama bugünlerde bazı tipler komünizmi yok hükmünde sayıyorlar.Peki neyin mücadelesi veriliyor o zaman?  
Bir kere PKK, iddia edilen terör örgütüyle ittifak halinde, halkı ezdi, Güneydoğu’daki kardeşlerimizi ezdiler. Ezince, onlar da devlete karşı, epey bir bölümünde bir nefret oluştu. Polise karşı, askere karşı, devlete, mahkemelere, savcılara karşı bir nefret oluştu ve aşağılandıklarını düşündüler, adam yerine konmadıklarını düşündüler. O zaman işte, PKK bu zemini en iyi şekilde kullanmak için atağa geçti. Önce psikolojik zemini hazırladı, sonra “sizi aşağılayanları, sizi hapsedenleri, sizi dövenleri, size işkence yapanları, sizi adam yerine koymayanları, size saygı duymayanları, ekarte etmek için ortaya çıktık bizler” dediler. “Bize yardım edin, sizin intikamınızı alalım” dediler. Bak, “çok fakirsiniz” dediler, “onlar zenginlik içerisindeler, siz sürünüyorsunuz. Onların malını mülkünü alalım, size verelim, adalet sağlayalım” dediler.
Ayrıca hemşerilik damarını da hareketlendirdiler, işte “Kürt Kürt’ün dostudur, bize biz yardım etmeyeceksek kim yardım edecek?” İşte Suriye’de de diğer yerlerde de hepsi, bir hemşerilik damarıyla komünist olanlar birbirini desteklemeye başladılar. Bu da bir avantaj oldu onlar için. Ayrıca, bunların hepsinin üstünde, komünist ideoloji. Komünist ideolojide bir tecrübe var, tarihi tecrübe var. Yani, Marks devrinden Lenin zamanından Stalin zamanından kalma bir tecrübe var. Mao tecrübesi var Ç’nin tecrübesi var, Hoşimin tecrübesi var. Bütün bu tecrübeleri kullanarak, bu dünyanın en büyük dinini bölgeye hâkim etmek ve dünyaya hâkim etmek istiyorlar ve bu avantajlarını da kendilerince kullanıyorlar. Lider ve liderin oluşturduğu kadro, Komünizm de çok önemlidir. Parti, lider, onlar için toplayıcı oluyor. Mesela Müslüman’larda, lider anlayışı pek yok. Yani bir Hz. Mehdi etrafında toplanmak istemiyorlar birçoğu. Ama onlar, deccal etrafında toplanmak istiyorlar. Mesela Abdullah Öcalan, ahir zamanın deccallarındandır, onun etrafında kenetleniyorlar. O, bir birleşme ruhu meydana getiriyor. Hem disiplin meydana getiriyor, hem hareket kabiliyetini yükseltmiş oluyor, hem de toplu hareketin avantajlarından istifade etmiş oluyorlar. Yani, ikiye üçe dörde bölünmüyor düşünce. Ama inançlı Müslüman’larda düşünceler bölünmüş, inanç bölünmüş ve kendi aralarında rekabet var ve bunları kıskanıyorlar, haset ediyorlar. Birçoğu öyle. K
Komünistlerde haset de olmuyor. Adam, “zaten bize destekçi lehimize bu” diyor. Hoşuna gidiyor. Mesela ta Uganda’da bir komünist hareketi olsa, adamlar buradan onlara para gönderiyor, silah gönderiyorlar. Güney Amerika’dan PKK’ya silah gönderiliyor, para gönderiliyor. Birbirlerini dünya çapında çok iyi destekliyorlar, kendi imkânlarıyla. Kirli bir destek tabii o. Bunun kavranması çok önemli. O zaman, fikri mücadele devreye girecektir. Fikri mücadelenin dışında da yenilme kaçınılmazdır. Fikri mücadele olmazsa her seferinde komünizm yener. Çünkü muazzam bir avantaj olmuş oluyor. Çünkü karakolda Mehmetçik bekliyor yeri belli, kanuna bağlı, nizama bağlı. Öbürünün yeri de belli değil, kanuni nizama da bağlı değil. Onun hareket kabiliyeti çok yüksek. İstediği an istediği yerde olabiliyor. Ama Mehmetçiğin öyle değil, Mehmetçik orada durmak durumunda. Subaylarının emrine bağlı. Kanuna hukuka uygun hareket etmek zorunda. Ama onların kanuna hukuka uygun hareket etmek diye bir konuları yok. Saklanma sorunları yok, gizli hareket etmek onlar için son derece kolay oluyor, halkın arasına çok rahat karışabiliyorlar, arazi son derece müsait, onlar için eğlendirici oluyor bir anlamda. Türk Milleti’ne karşı da Türk Devleti’ne karşı da, askerine, polisine karşı da nefret tohumları saçtıkları için, komünistler her askerimizin şehit olmasında, örgüte bağlılıkları daha da artıyor daha heyecanları, şevkleri artıyor, onlarda bir sevinç patlaması meydana geliyor. Eğer bir gün bile bir şehit haberi almazlarsa onlar, moral olarak bozuluyorlar. Yani moral olarak çöküyorlar çok rahatsız oluyorlar. Mutlaka bir yerin bombalanması, mutlaka bir yaralanma haberi yahut şahadet haberi, onlar inin bir ihtiyaç konumunda. Sürekli örgüt bunu radyoyla, telsizle, televizyonlardan zaten duyuluyor, herkes duyuyor. Duyurdukça örgüte kişilerin bağlılık ve sadakat anlayışı daha artmış oluyor. Örgüte olan güvenleri daha da artmış oluyor.
Bu durumda da devletin bir kısım mensupları da, hükümetin bir kısım mensupları da yani “gelin sizle anlaşalım, görüşelim, masa etrafında toplanalım” dendiğinde, o zaman komünistlerin kendine olan öz güvenleri, saygısı ve gücüne olan güveni kat kat artmış oluyor. Çünkü koskoca Türk Devleti’ni kendilerine yalvartan konumuna gelmiş gibi göstertiyorlar. Yani ricacı konumunda, “kurtulmak istiyorum, ne istiyorsanız yapayım ama yeter ki bırakın. “Bu onlarda tabi müthiş bir gurur meydana getiriyor, özgüven meydana getiriyor ve yeni saldırılar için azim meydana getiriyor. Mesela diyor, açıklıyor adam çıkıyor “bir masa etrafında toplanalım” diyor. “Ne Yapayım?” diyor.“ İsteyin, Abdullah Öcalan mı, köşk mü ev hapsi mi istiyorsunuz, deniz kenarında bir yalı mı istiyorsunuz, ne istiyorsanız onu yapalım” diyor. Başka? “Bütün PKK’lıları bütün katilleri bırakalım” diyor. “Cinayet işlemiş katillerin hepsini bırakalım” diyor. Başka? “ Size federasyon da verelim, özerklik de verelim” diyorlar. “Peki, biz ne yapabilir?” diyor onlar. “Bizden istediğiniz nedir?” diyorlar. “Siz sadece silah bırakacaksınız, bizi ezmeyi, bizi vurmayı, bizi yaralamayı, işte askerlerimiz şehit etmeyi durdurun” diyorlar. “Silah bırakın, işte öyle bir yere yığın görelim şöyle, yani usulen, bu kadar.” O zaman adam kuduruyor. Ne demek “sen son derece güçlüsün” diyorsun. “Ben senden yıldım, yapacak hiçbir şey bulamıyorum, en akıl almaz tekliflerinizi bile kabule hazırız, yeter ki bizi bırakın yani pes ettik” anlamına geliyor, bir anlamda.
Onlar açısından böyle. Öyle olunca, örgüt coşuyor. Bu açıklamaların arkasından, Bülent Bey’in açıklamalarının arkasından, adamlar karakol bastılar ve alay eder gibi konuşuyorlar.  Diyorlar ki “Bizim böyle bir niyetimiz yoktu anlaşmayı isteriz tabii ki, biz size acımaya başladık. Gerçekten zor durumda olduğunuzu anlıyoruz. Bizim dediklerimizi yapacağınızı anladık yani dayatmalarımızın hepsini yapacağınızı anladık ama bizim çakallara söz geçiremiyoruz, onlar bazen kafasına esiyor çekiyor kafayı, saldırıyor böyle kusura bakmayın. Yapacağımız pek bir şey olmuyor ne yapalım? Bizim aramızda da öyle çakallar var” diyor. O zaman, muazzam bir acz görünümünü vermek istiyorlar ve kendilerince de kısmen başarılı olduklarına da inanıyorlar. Buna karşı, geceli gündüzlü söylüyoruz, bilimsel, akılcı, adamın dinini, yanlışlığını ona anlatan bir çalışma yapılması lazım. Nasıl yobazlığı fikren yenmek çok önemliyse, nasıl yanlış bir düşünceyi fikren yenmek önemliyse, komünizmi de fikren yenmek çok önemlidir. Bu yapılmadığında, dünyanın en büyük dini olan komünizme halk akın akın akabilir. Cahil insanlar akabilir, aşağılanmış insanlar akabilir, fakir insanlar akabilir, PKK’dan korkanlar akabilir, ideolojik yönden makul görenler akabilir, Darwinizmi-materyalizmi devlet eliyle öğrenip, Darwinizmin materyalizmin gerçekliğine inananlar akabilir. Nitekim bu tip olaylar oluyor. Kıyametten önceki son dönemde de komünizm son kez hakim olacak ve kıyamet ateistlerin üzerine kopacak.

Bilim Yaratıcının varlığını nasıl kabul ediyor- 2

Bilim Yaratıcının varlığını nasıl kabul ediyor- 2
Yazımın ilk bölümünde bilim ve dinin nasıl iç içe olduğunu, aslında ayrılmaz bir bütün olduğunu açıkladım. Din bilime yol gösteriyor ve bilim her yeni delilde yaratılışı keşfediyor. Tüm kainatın büyük bir güç tarafından mükemmel detaylarla donatıldığını keşfediyor. Bu yüzyılda bilim adamları katıldıkları konferanslarda, seminerlerde bu gerçeği açıkça ifade ediyorlar.
Evrenin ve tüm canlıların akıllı bir tasarımın ürünü olduklarını savunan ünlü bilim adamlarından biri de Michael J. Behe. Behe, Pennsylvania'da Lehigh Üniversitesi'nde biyoloji profesörüdür. The New York Times ve Boston Review gibi gazetelerde pek çok makalesi yayımlanan Behe,Darwin's Black Box (Darwin'in Kara Kutusu) isimli kitabın da yazarıdır. Evrim teorisinin biyoloji açısından kabul edilmesi imkansız bir teori olduğunu kanıtlayan bu kitap, uluslararası alanda 80'den fazla baskı yapmıştır.
Behe, "indirgenemez komplekslik" adını verdiği bir kavramla evrim teorisinin imkansızlığını kanıtlamaktadır. Bu fikre göre, canlı bedenlerindeki pek çok organ, pek çok farklı parçanın bir- arada ve uyum içinde çalışmasıyla işlev görmektedir. Eğer bir parça işlevini kaybederse bu bütün organizmaya yansıyacak ve canlı fonksiyonlarını yitirecektir. Bu yüzden tesadüfi ya da aşamalı bir varoluşun söz konusu olması mümkün değildir.Michael Behe, Darwin'in Kara Kutusu isimli kitabında şöyle demektedir:
"Bunlar doğanın kanunları tarafından, tesadüfler sonucu veya bir ihtiyaçtan dolayı tasarlanmamıştır; aslında bunlar önceden planlanmıştır. Tasarımı yapan ise, sistemlerin en son halinin nasıl olacağını en iyi şekilde bilmektedir; bu nedenle sistemlerin oluşacağı her adım da planlanmıştır. Yeryüzündeki hayat da en basit örneğinden en kritik parçalarına kadar, bu akıllı dizaynın sonucudur. Akıllı dizaynın sonucu aslında tüm gerçekliğini kendi içinde barındırmaktadır. Biyokimyasal sistemlerin akıllı bir tasarımcının eseri olduğunu anlamak için, yeni bir prensibe dayalı mantık veya bilim de gerekmemektedir. Son kırk yıl içinde biyokimya dalında yapılan çalışmalar zaten bu gerçeği görmeye yeterlidir ve ortaya konanlar da günlük hayatımızda rastladığımız unsurlardır."
Günümüzün en tanınmış gök bilimcisi olan Dr. Allan Sandage, sonradan dini kabul eden bir bilim adamıdır. 1998 yılında "Bilim Allah'ı Buluyor" kapak konulu Newsweek dergisine verdiği röportajda Sandage, dini kabul etmesini şöyle açıklıyordu:
"Beni bu sonuca götüren, dünyanın bilimle anlaşılamayacak kadar karmaşık olmasıydı. Varoluşun sırrını anlayabilmem ancak imanla mümkün."
Chicago Üniversitesi'nde hukuk profesörü olan Johnson, evrim teorisinin ideolojik yanını içeren pek çok araştırmanın da sahibidir. Johnson bu konuda "Darwin on Trial, Reason in the Balance, Objection Sustained" isimli kitapları başta olmak üzere pek çok makalenin de yazarıdır. Evrim teorisine karşı verdiği büyük mücadele ile tanınan Johnson, aynı zamanda Allah'a iman eden bir bilim adamıdır. Johnson'ın Allah inancını ifade ettiği sözlerinden bazıları şöyledir:
"Dindar biri olarak Allah'ın varlığına ve yaratıcılığına inanıyorum."
"... Materyalist evrime meydan okumayı ilerletmek istiyorum. Gelin Yaratan'ın etrafında birleşelim."
Wernher von Braun, dünya çapında tanınan en popüler uzay bilimcilerden biridir. Wernher von Braun, II. Dünya Savaşı sırasında ünlü V-2 roketlerini geliştirerek Alman roket mühendisliğine önderlik etmiştir.NASA'nın direktörlüğünü de yapan Dr. Braun, aynı zamanda güçlü bir inanca sahip dindar bir bilim adamıydı. Yaratılış ve doğadaki tasarım için şöyle demişti:
"İnsan eliyle uzayda uçmak şaşırtıcı bir başarı ama uzay, kapılarının çok az bir kısmını insanlara açıyor. Bu delikten evrenin geniş esrarına bakmak, Yaratıcı'ya olan kesin inancımızı onaylıyor. Evreni var eden üstün bir Aklı tanımayan bir bilim adamını ve gelişen bilimi reddeden bir din adamını anlamakta güçlük çekiyorum."
Wernher von Braun, Mayıs 1974'te yayınlanan bir makalesinde şöyle diyordu:
"İnsan, tasarım ve amaç olmadan, evrenin kanunu ve düzeni ile bırakılamaz. Evrenin ve onun barındırdığı herşeyin şaşırtıcı yönlerini daha iyi anladıkça, zaten bu amaçla yaratılan tasarımda hayrete düşülecek çok daha fazla neden bulmuş olduk... Tek sonuca inanmaya zorlanmakla -yani evrendeki herşeyin tesadüfen oluştuğuna inanmaya zorlanmakla- bilimin tarafsızlığı ihlal edilmiş olur... Rastgele meydana gelen hangi işlem bir insanın beynini veya bir insan gözünün sistemini oluşturabilir?..."

20. yüzyılın en önemli bilim adamı olan Albert Einstein aynı zamanda Allah'a olan inancıyla da tanınmaktadır. Bilimin dinsiz olamayacağını savunan Einstein'ın din ve bilimle ilgili bir sözü şöyledir:
"Derin bir imana sahip olmayan gerçek bir bilim adamı düşünemiyorum. Bu durum şöyle ifade edilebilir: Dinsiz bir bilime inanmak imkansızdır."
Einstein, "Tabiatı araştıran herkesin içinde bir çeşit dini saygı" olduğunu belirtmiş ve şöyle demiştir:

"Bilimle ciddi şekilde uğraşan herkes tabiat kanunlarında bir ruhun, insanlardan daha üstün bir ruhun olduğuna ikna olur. Bu yüzden bilimle uğraşmak, insanı dine götürür." "Din duygusu ne zaman kaybolsa, bilim, ilhamı olmayan bir deneyciliğe dönüşüyor."

Bilim Yaratıcının varlığını nasıl kabul ediyor- 1

Bilim Yaratıcının varlığını nasıl kabul ediyor- 1
Bilim ve din. Her nedense hep birbirinden ayrı gösterilmeye çalışılıyor. “Bilimin orduğu yerde din, dinin olduğu yerde bilim olmaz” şeklinde bir inanış halka zorla da olsa empoze edilmeye çalışılıyor. Oysa gerçek çok farklı. Bilim araştırdıkça yaratılış delillerini keşfediyor ve bu gerçekleri bilim dünyası ile paylaşıyor.
Din ve bilimin, samimi ve akılcı olarak uygulandıkları sürece, daima uyum içerisinde oldukları çok açık bir gerçek. Bu açık uyumun bir göstergesi de geçmişte ve günümüzde yaşayan, buluşları ile insanlığa önemli hizmetleri dokunmuş inançlı bilim adamlarıdır.
Yüzyıllardır dinin kendilerine sağladığı özgür aklı, sınırsız düşünme yeteneğini kullanarak bilime büyük katkılarda bulunmuş olan birçok bilim adamı var. Bu kişiler, hem bilimin, dinle tam bir uyum içinde olduğunu göstermiş, hem de bilime ve insanlığa önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. NewtonKepler, Leonardo da Vinci, Einstein gibi bilim tarihine yön veren ünlü bilim adamları yaptıkları gözlemler ve araştırmalar sonucunda evreni yaratanın Allah olduğunu ve herşeyin Allah'ın hakimiyetinde olduğunu savunmuşlardır. Dahası, bilimin temel prensipleri inançlı kişiler tarafından ortaya atılmış ve çağdaş bilimin doğuşunda dinin önemli bir rolü olmuştur.
Bilimle uğraşan, yeni keşifler yapan bir bilim adamı, aslında Allah'ın yarattığı sanatı derinlemesine inceleyen, ondaki detayları fark etmeye ve yakalamaya çalışan kişidir. İşte bu nedenle, dinle bilim ayrılmaz bir bütündür ve bilim adamı da, Allah'ın sonsuz gücünü, sanatını, yaratmasındaki benzersizliği ortaya koyan kişidir. Bu yüzden sanılanın aksine bilim adamları Allah'ın varlığını, birliğini en çabuk fark eden kişilerdendir.
Din ve bilimin, samimi ve akılcı olarak uygulandıkları sürece, daima uyum içerisinde oldukları çok açık bir gerçektir. Bu açık uyumun bir göstergesi de geçmişte ve günümüzde yaşayan, buluşları ile insanlığa önemli hizmetleri dokunmuş "iman eden bilim adamları"dır. Tüm zamanların en büyük bilim adamı olarak nitelendirilen Isaac Newton'un evrene bakış açısı, aşağıdaki sözlerinde çok açık bir şekilde ifade bulmaktadır:
"Güneş Sistemi'nin, gezegenlerin ve kuyruklu yıldızların harika sistemleri yalnızca akıllı ve güçlü bir varlığın kudretiyle sürebilir. Bu varlık yalnızca dünyanın ruhunu değil herşeyi yönetir, O Allah'tır".

Aynı şekilde ünlü bilim adamı Kepler'in de çalışmalarını, dini inançlarının yönlendirdiği bilinmektedir. Fizik vekozmik fon radyasyonu alanında yaptığı çalışmalar nedeniyle 1978 Nobel fizik ödülünü alan Arno Penzias, Johannes Kepler hakkında şöyle bir açıklamada bulunmuştur:
"Bir merkezin etrafında dönme fikri, inançlı biri olan Kepler'e kadar uzanmaktadır. Kepler Kutsal Kitaba inanan bir dindardı. Allah'a inanıyordu... O günden beri, yüzyıllar boyunca müthiş bir mücadele olmuştur. Umutlar hala bilim adamlarında. Kepler ise bu umudu inancından elde etmişti."
Galileo Galilei ise teleskop kullanarak gökyüzüne bakan ilk kişidir. Galilei, hem Dünya'nın yuvarlak olduğunu söylemiş, hem de Ay'daki karanlık bölge, kraterler ve tepeleri ilk ortaya çıkaran kişi olmuştur. Bilime yaptığı bu büyük hizmetlerle tarihte önemli bir yeri olan Galilei, duyuları, konuşma yeteneğini ve zekayı insanlara verenin Allah olduğuna ve bunların en iyi şekilde kullanılması gerektiğine inanıyordu. Doğanın bir Yaratıcı tarafından tasarlandığının her haliyle açık olduğunu savunuyordu. "Tabiat hiç şüphesiz, Allah'ın hiç vazgeçemeyeceğimiz, okunması gereken diğer bir kitabıdır" diyen Galilei, Allah'ın Kitapları ile yarattıkları arasında hiçbir çelişki olamayacağını, çünkü her birini Allah'ın yarattığını söylüyordu.
George Lemaitre evrenin ise yaratılışını ifade eden Big Bang teorisini ortaya atmıştır. Lemaitre, evrenin bir başlangıcı ve sonu olduğunu, bunun da pek çok insanın Allah'a inanmasında önemli bir rol oynadığını savunmuştur. Aynı zamanda bir din adamı olan Lemaitre, dinin ve bilimin insanlığı aynı gerçeklere ulaştıracağına inanıyordu.
Tüm zamanların en büyük bilim adamı olarak kabul edilen Newton, hem matematikçi hem de fizikçiydi. Newton'un bilime yaptığı büyük hizmetler hatırlanacak olursa; bunlardan en önemlisi yerçekimi kanununun keşfidir. Newton, kuvvet ve ivme arasındaki mükemmel ilişkiyi kütle kavramı ile bağdaştırmış, etki ve tepki prensibini bulmuş, bileşke kuvvetlerin sıfır olması halinde hareketli cisimlerin hızının hiç değişmeyeceği tezini ortaya atmıştır. Newton'un hareket yasaları, 4 yüzyıldır en basit mühendislik hesaplarından, en karmaşık teknolojik projelere kadar her alanda uygulanmaktadır. Newton'un sadece çekim konusunda değil, mekanik ve optik gibi temel konularda da çok önemli buluşları olmuştur. Işığın 7 rengini keşfeden Newton, böylece optik adı verilen yepyeni bir bilim dalının da temelini atmıştır.
Newton bilimde çığır açan bu buluşlarının yanı sıra, ateizmi reddeden, Yaratılış'ı savunan ciddi eserler yazmış,"Yaratılış tek bilimsel açıklamadır" düşüncesini savunmuştur. Newton, mekanik evrenin kendi deyimiyle "bu hiç durmaksızın çalışan dev saatin" ancak güçlü ve üstün akıl sahibi bir Yaratıcı'nın eseri olabileceği gerçeğine inanıyordu.
Newton, bilimsel araştırmalarını yapma gayretinin ardındaki sebebi Principia Mathematica adlı eserinde şu sözlerle ifade etmiştir:
"Bizler Allah'a muhtaç, aciz kullar olarak, kendi aklımıza göre Allah'ın aklının büyüklüğünü ve yüceliğini görmeli ve O'na teslim olmalıyız. Allah sonsuz ve mutlaktır; gücü sınırsızdır ve herşeyden haberdar olandır; varlığı sonsuzluğa dayanır; herşeyi yönetir, yapılan ve yapılacak olan herşeyi bilir. O sonsuz ve sınırsızdır; ... Daimidir ve vardır; Varlığı daimidir, her yerde mevcuttur; her zaman ve her yerde var olmasıyla O, tüm zamanı ve aralıklarını yaratır."
Yazıma ikinci bölümde devam edeceğim.

Sende “benim kalbim temiz” diyenlerden misin?

Sende “benim kalbim temiz” diyenlerden misin?
İsterseniz tanıdıklarınıza, dostlarınıza, ailenize bir sorun: “benim kalbim temiz” demeyen var mı? Herkes kendisini son derece iyi kalpli biliyor, kendine hiçbir kötülüğü yakıştırmıyor. Arada bir eşe dosta yardım ediyor, eve gelen temizlikçiye birkaç parça eşya veriyor, yolda gördüğü dilenciye birkaç kuruş para veriyor, sonra da kendisinin son derece iyi bir insan olduğunu iddia ediyor. Acaba yapılan bu iyilikler insanın “iyi bir insan” olması için yeterli mi, yoksa Kuran ahlakında tarif edilen ahlak daha farklı mı?
Tabii ki toplumda bir insanın "temiz kalpli ve iyi biri" olarak bilinmesi oldukça önemli ve güzel bir özelliktir. Ancak "kalp temizliği"nin toplum içindeki öneminden yola çıkarak, "ben insanlara hiç kötülük yapmıyorum, gerektiğinde insanlara arada sırada yardım ediyorum" demek de, Kuran ahlakının tam anlamı ile yaşandığı anlamına gelmez. Ayrıca böyle düşünmek, insanın kendini aldatmasından başka bir şey değildir. Kuran ahlakı kazanmadan yapılan ve din ahlakından uzak yaşayan toplumun kendi değer yargılarına göre "iyilik" olarak kabul edilen bir davranışın, Allah Katında herhangi bir değeri olmayabilir. İçeriği ne olursa olsun yapılan işin Allah nazarında "iyi" ve "geçerli" olmasının temel şartı, bunun Allah'ın rızasına uygun olmasıdır.Kuran'daki bu ölçülere örnek olarak aşağıdaki ayetleri verebiliriz:
"Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman eden ve Allah yolunda cehd (mücadele) edenin (yaptıkları) gibi mi saydınız? (Bunlar) Allah Katında bir olmazlar. Allah zulmeden bir topluluğa hidayet vermez." (Tevbe Suresi, 19)Başka bir ayette ise şu şekilde bir örnek verilmektedir:
"Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve mücadelenin kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır." (Bakara Suresi, 177)

Ağustos böceğinin bacağı en dayanıklı malzeme!

Ağustos böceğinin bacağı en dayanıklı malzeme!
Bilim adamları hayvanlardaki muhteşem yaratılış delillerini gördükçe hayrete düşüyorlar ve sürekli yeni bir şeyler keşfediyorlar. Sürüngenlerin ayak yapılarına bakarak dayanıklı duvarlar, yunuslara bakarak sonar sistemler, kuşlara bakarak da farklı teknolojilerde uçaklar üretiyorlar. Bu bilim dalına biyommetik deniyor. Kısaca bilim doğayı taklit ediyor.
Bilim adamlarının ağustos böceğinin bacağının yapısı üzerinde yaptıkları çalışma, bacağın esneklik ve kırılmaya dayanıklılık açısından doğadaki en dayanıklı çok tabakalı malzeme olduğunu gösterdi. İrlanda'nın Dublin kentindeki Trinity College yüksekokulunda mühendis olarak çalışan Dr. Jan-Henning Dirks başkanlığındaki bilim adamları, ağustos böceği bacağını bükerek çatlatmak için ne boyutta bir enerjiye ihtiyaç bulunduğunu belirlemek için yaptıkları çalışmayı The Journal of Experimental Biology adlı bilimsel derginin internet sitesine yayımladı.
Bacağı bükmek suretiyle çatlatmak için gerekli enerjinin 5,56 kilojul m üzeri -2 olduğunu bulan araştırmacılar bunun bir dökme demiri koparmak için gerekli enerjiden daha yüksek olduğuna dikkati çekti.
Bulgularının, ağustos böceği bacağının insan kemiğinden daha dayanıklı ve kemik bazlı boynuzla eşit dayanıklılıkta olduğunu gösterdiğini anlatan araştırmacılar, bu sonuçlara göre ağustos böceği bacağının doğadaki en dayanıklı çok tabakalı malzeme olduğunun ortaya çıktığına işaret etti.Bilim adamları, ağustosböceklerinin yaptıkları yüksek çarpmaya dirençli sıçrayışlara karşı koyabilmeleri için böylesine dayanıklı bacaklara ihtiyacı bulunduğunu ifade ettiler.
Hayvanlardaki tüm bu deliller Allah’ın muhteşem sanatının eserleri... Bilim keşfettikçe bizler de öğreniyoruz.
O, yarattığını bilmez mi? O, Latif'tir; Habir'dir. (Mülk Suresi, 14)

“Din hayatın sadece bir parçası” diyenlere cevap verelim


“Din hayatın sadece bir parçası” diyenlere cevap verelim
Çevrenizdeki insanlara başınızı çevirip de bir bakın. Ne görüyorsunuz? Dünyaya dalmış eğlenen gençler, hırsla kariyer peşinde koşanlar... Çoğunun Allah, dinKuran akıllarına bile gelmiyor. Çoğu dinin yaşlanıp bir köşeye çekildiklerinde hayatlarına girmesi gerektiğini düşünüyorlar. Yani dini onlara göre hayatlarının son döneminde yaşayacaklar, ondan önce diledikleri gibi hayatın tadına varacaklar. Peki bu bakış açısı neden yanlış? Şimdi bu konuyu sizlere açıklayacağım.
Din ahlakı hayatın bir parçasını değildir, hayatını tümünü kapsar, insana hayatının her anında güzellik ve esenlik sunar. Tabii burada kastedilen hak olan İslam dinidir. Müslüman, 24 saatini Allah'ın razı olacağı şekilde geçirir. Sabah yataktan kalktığında, yemek yerken, işyerinde çalışırken, okula giderken, ticaretle uğraşırken, alışveriş yaparken Allah'ın emrettiği Kuran ahlakına uyar. Allah'ın hoşnut olmayacağını düşündüğü bir tavırda bulunmaktan şiddetle kaçınır. İslam ahlakı hayatının sadece bir kısmını değil, tam tersine tümünü, hatta daha da ötesini kapsar. Bunun aksini savunmak Kuran'ın bir kısmını kabul edip, bir kısmını kabul etmemek anlamına gelir. Kuran'ın bir kısmını kabul etmemek ise kuşkusuz tümünü inkar etmek demektir:
... Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası aşağılık olmaktan başka değildir; kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir. İşte bunlar, ahireti verip dünya hayatını satın alanlardır; bundan dolayı azabları hafifletilmez ve kendilerine yardım edilmez. (Bakara Suresi, 85-86)
Kuran'da tarif edilen din ahlakı, hiçbir şüphe ve kuruntuya yer vermeden tam bir teslimiyetle Allah'a inanıp bağlanmak, O'nun emir ve yasaklarına harfi harfine itaat etmek esaslarına dayanır. Müminlerin bu özellikleri Kuran'ın birçok ayetinde tarif edilmiştir. Bu ayetlerden bazılarında şöyle buyrulmaktadır:

Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resûlü'ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd ettiler (çaba harcadılar). İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir. (Hucurat Suresi, 15)
De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (Enam Suresi, 162)
(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)
Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi, mümin gerçekten de kendisini Allah'a adamış insandır. Hayatının her anında Allah'ın rızasını kazanmayı kendine tek hedef edinmiş, Allah'ın yarattığı olaylardaki hikmetleri arayan, ahireti düşünen bir kişidir. Kuran'da müminler şöyle tarif edilir:
Onlar ayakta iken otururken yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) Rabbimiz Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)

Bir Kuran mucizesi paylaşalım: Güneş bir gün sönecek...


Bir Kuran mucizesi paylaşalım: Güneş bir gün sönecek...
Kuran Rabbimizin bize gönderdiği mükemmel bir kitap. Samimi Müslümanlar için çok güzel bir rehber. Ama yobazlar için tabii ki Kuran yetmez, onlar için hurafeler geçerlidir. Halbuki Allah “Kuran’da hiçbirşeyi noksan bırakmadığını” söyler. Yobaz için ise Kuran eksiklerle doludur, mutlaka hurafelerle desteklenmelidir. Müslümanlar  için ise yalnızca Kuran yeterlidir. Kuran’da yer alan mucizelerde Müslümanlar için çok büyük bir müjde ve güzelliktir. Bugün sizlerle bir Kuran mucizesi daha paylaşmak istiyorum.Güneşin belli bir vakitte enerjisinin biteceği Kuran’da şöyle bildiriliyor:
Güneş de, kendisi için (tesbit edilmiş) olan bir müstakarra doğru akıp gitmektedir. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)ın takdiridir. (Yasin Suresi, 38)

Güneş'in yüzeyinde yaklaşık beş milyar yıldır hiç durmaksızın gerçekleşen kimyasal tepkimeler sonucunda, güneş ışığı kesintisiz oluşmaktadır. Gelecekte Allah'ın dilemesiyle belirli bir andan sonra bu reaksiyonlar sona erecek ve Güneş enerjisini yitirerek tümüyle sönecektir. Bu yönüyle yukarıdaki ayette de Güneş'in enerjisinin bir gün son bulacağına işaret ediliyor olabilir.
Ayette geçen "mustakarrin" kelimesi belirlenmiş bir yer veya belirlenmiş bir zaman anlamını içerir. "Akıp gitmektedir" olarak çevrilen "tecri" kelimesi ise "hareket eder, acele eder, deveran eder, dolaşır, usul izler, yol tutar, cereyan eder, akar" anlamlarına gelmektedir. Kelimelerin anlamlarından Güneş'in istikrar kılacağı mekan ve zamana doğru hareketini sürdürdüğü, ancak bu hareketin önceden belirlenmiş bir zamana kadar süreceği anlaşılmaktadır. Nitekim kıyamet günü ile ilgili tariflerdeki "Güneş, köreltildiği zaman" (Tekvir Suresi, 81) ayetiyle de böyle bir zamanın olacağı bildirilmektedir. Bunun vakti ise yine Allah Katında bellidir.
Ayette Allah'ın "takdiri" olarak çevrilen "takdiyru" kelimesi ise, "tayin etme, kaderini çizme, hükmetme, ölçüp biçme, ayarlama, ölçüyle yapma" anlamlarını kapsamaktadır. Yasin Suresi'nin 38. ayetindeki bu ifade ile de Güneş'in ömrünün Allah'ın belirlediği bir süre ile sınırlı olduğu bildirilmektedir. Kuran'da bu konuyla ilgili diğer ayetlerden bazıları şöyledir:
Allah O'dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti; onları görmektesiniz. Sonra arşa istiva etti ve Güneş ile Ay'a boyun eğdirdi, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler. Her işi evirip düzenler, ayetleri birer birer açıklar. Umulur ki, Rabbinize kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız. (Rad Suresi, 2)
(Allah) Geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar; Güneş'i ve Ay'ı emre amade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedir. İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah sizin Rabbinizdir; mülk O'nundur. O'ndan başka taptıklarınız ise, 'bir çekirdeğin incecik zarına' bile malik olamazlar. (Fatır Suresi, 13)
Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp-örtüyor. Güneş'e ve Ay'a boyun eğdirdi. Her biri adı konulmuş bir ecele (süreye) kadar akıp gitmektedir. Haberin olsun; üstün ve güçlü olan, bağışlayan O'dur. (Zümer Suresi, 5)
Yukarıdaki ayetlerde geçen "musemmen" kelimesiyle de Güneş'in hareket süresinin "belirli" olduğu bildirilmektedir. Güneş'in sonu ile ilgili bilimsel yorumlarda, Güneşin her saniye 4 milyon ton madde tüketerek enerjiye çevirdiği,1 bu yakıt bittiğinde de Güneş'in ömrünü tamamlayacağı tarif edilmektedir.2 Güneş'ten gelen ısı ve ışık, hidrojen çekirdeklerinin füzyon yöntemiyle birleşerek helyuma dönüşmesi sırasında, tüketilen maddenin yerine ortaya çıkan enerjidir. Dolayısıyla Güneş'in enerjisi -dolayısıyla ömrü- de bu yakıtın sona ermesiyle bitecektir. Tabii en doğrusunu Allah bilir. BBC Haber Merkezinin Bilim köşesinde, "Güneş'in Ölümü" başlığı altında verilen haberde şöyle bildirilmektedir:
... Güneş yavaş yavaş ölecek. Bir yıldızın çekirdeği içine çökerken, zaman içinde içerdiği helyum atomlarını tutuşturacak kadar sıcaklık kazanır. Helyum atomları füzyonla birleşerek, karbon oluştururlar. Helyum kaynakları tükendiğinde çekirdek tekrar çöker ve atmosferi patlar. Güneş, çekirdeğini üçüncü bir kez tutuşturacak kadar büyük kütle sahibi değildir. Dolayısıyla genişlemeye devam eder ve atmosferini bir dizi patlama sonucunda kaybeder... Kuruyan çekirdeği sonuçta beyaz bir cüce oluşturur; karbon ve oksijenden meydana gelen, Dünya büyüklüğünde küresel bir elmas gibidir. Bu noktadan sonra Güneş zamanla solacak, giderek ışığı kararacak ve sonunda tümüyle sönecektir.3
National Geographic televizyon kanalının yayınladığı "Güneş'in Ölümü" adlı belgeselde de konu ile ilgili şunlar tarif edilmektedir:
(Güneş) Isı üretir ve gezegenimizde hayatın devamını sağlar. Fakat insanlar gibi Güneş'in de sınırlı bir ömrü vardır. Yıldızımız yaşlandıkça giderek daha fazla ısınarak genişleyecek, böylece okyanuslarımızı buharlaştıracak ve Dünya gezegenindeki bütün yaşamı öldürecektir. Güneş zaman içerisinde daha fazla ısınır ve daha hızlı yakıt tüketir. Bu da Dünya üzerinde sıcaklığın artmasına ve sonucunda hayvan yaşamının sona ermesine, okyanusların buharlaşmasına ve tüm bitkilerin ölmesine yol açacaktır... Güneş genişleyecek, kırmızı dev bir yıldıza dönüşecek ve yakınındaki gezegenleri de yutacaktır... En sonunda ise büzülerek beyaz bir cüceye dönüşecektir.4
Bilim adamları Güneş'in yapısını ve içinde meydana gelen olayları ancak son yüzyıllarda keşfetmişlerdir. Bundan önce Güneş'in enerjisini nereden kazandığı, Güneş'in nasıl ışık ve ısı yaydığı gibi olaylar bilinen bilgiler değildi. Kuran'da 14 yüzyıl öncesinden, böylesine devasa bir kütlenin enerjisinin tükenerek bir gün son bulacağının bildirilmesi, üstün bir ilmin varlığını göstermektedir. Herşeyi kapsayan bu bilgi, Yüce Rabbimiz'in ilmidir. Kuran'da bir ayette şöyle bildirilmektedir:
"... Rabbim, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" (Enam Suresi, 80)
Kaynaklar:
1.http://en.wikipedia.org/wiki/Sun
2.http://map.gsfc.nasa.gov/m_uni/uni_101stars.html; Will Knight, "Shedding Star Offers Preview of Sun’s Death", New Scientist, 25 Kasım 2005; http://www.bbc.co.uk/science/space/stars/death/index.shtml; http://www.as.utexas.edu/astronomy/education/fall04/komatsu/lec_23.pdf; http://science.howstuffworks.com/sun5.htm
3.http://www.bbc.co.uk/science/space/stars/death/index.shtml
4. "Death of the Sun", National Geographic Channel, 20 Mart 2006, director: Rabinder Minhas, bölüm no. 25, sezon no. 3.

Allah’ı sevmeden bu dünyada mutlu olabilir misin?

Allah’ı sevmeden bu dünyada mutlu olabilir misin?
İnsan dünyada imtihan olduğunu bilmezse dünya sürekli üstüne gelir.

Çok fazla insan tanıdım, hepsimutsuz...Amerika’da Miami’de denize nazır harika evde oturan da, İstanbul’da harika bir villada oturan da, New York’da çok kaliteli bir dairede oturan da... Dışarıdan baktığımda bu tanıdıklarımın herşeyleri var, arabalrı, evleri, işleri,aileleri, çocukları. Bankada paraları var, istediklerini alma güçleri var. Tabiri caizse yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında. Amamutlu ve huzurlu değiller. Tam tersine süreklistres, mutsuzluk ve tatminsizlik yakalarını bir türlü bırakmıyor. Bir şeyi elde eder etmez hemen bir başkasına yöneliyorlar. Sonunda da tatminsizlik, hırs ve rekabet onları o kadar bunaltıyor ki mutluluğu içki kadehlerinde, uyuşturucuda arıyorlar. Hırstan kaskatı olmuş bedenlerini uyuşturucuyla gevşetip ruhlarını derin bir boşluğa bırakarak rahatlayacaklarını sanıyorlar. Oysa mutsuzluklarının temelinde tek bir şey var: Bu insanlar Allah’ı hiç tanımadan ve sevmedenyaşamaya çalışıyorlar.
Oysa Allah'ı sevmeden, Allah'a candan yakın olmadan, dünyada hiçbir insana rahat yok. İsterse denesin insanlar, Allah’ı unutunca Allah insanların içini yakıp kurutuyor. Çok sıkılıyor insanlar. İnsanlar Allah’ı unuttukları için dünyanın tadı tuzu kaçtı. Ekonomi yattı, sanat yattı, bilim yattı, intiharlar arttı. İnsanlar içinhayatın bir anlamı kalmadı. Peki sen sana bunca güzelliği sunan, bunca iyiliği sunan Allah'ı, hâşâ hiç yerine koyarsan, O da senin canını yakar tabi ki. Tabiki Allah bereketi kaldırıyor. Şükredin, nimetimi arttırayım diyor Allah. Sırf şükredeceksin, ama adam 'şükretmiyorum' diyor. Nimetini yerim diyor, nimetini kullanırım, ama Seni kabul etmem diyor. Bu nasıl bir ahlak? Allah meyveler, sebzeler yaratacak, arabalar yaratacak, evler yaratacak, teknolojiyi yaratacak, televizyonlar, radyolar yaratacak, adam 'hiçbiri beni ilgilendirmiyor, ben hepsini kullanırım, sahibi de beni ilgilendirmiyor' diyecek. İşte o zaman da Allah insanın kalbini daraltıyor. Birde bakmışsın ki o insan intihar edecek duruma gelmiş, sıkıntıdan ne yapacağını şaşırmış.
İnsanlar Allah'la uğraşırlarsa, Allah da onlarla uğraşıyor. Allah'a düşmanlık ederlerse, Allah da onlara mutluluk vermiyor. Adamın herşeyi oluyor ama mutlu olamıyor. Allah “en mükemmel akılda olun, en iyi şekilde olun, en vicdanlı olun, şükredin, Beni sevin, Ben de sizi seveyim”diyor. Son derece makul, son derece güzel, son derece hoş bir teklif bu Allah'tan. Zaten yaptığınızı da hemen görürsünüz diyor Allah, hayat kaliteniz artar diyor. Adam yaptığında hemen karşılığını görüyor, hemen zenginlik bereket geliyor. Mesela Avrupa'yı, ekonomik kriz kasıp kavuruyor. Allah'a bir dönseler, Avrupa zibil gibi zengin olur. Amerika zibil gibi zengin olur, Ortadoğu zibil gibi zengin olur. 'Yok diyorlar, biz Allah'la uğraşacağız' hâşâ. 'Ekonomiyi de bilemediğimiz bir nedenden kilitledik diyorlar. Yani bilemiyoruz biz herhangi bir beceriksizlik yaptık, bir şey yaptık kilitlendi’ diyor. Ama aslında Allah kilitliyor. Nasıl bilmezsin, herkesin gözünün önünde merkez bankası senin elinde, paralar dolarlar senin elinde, bütün ticaret senin elinde. Bilmiyor olur musun, biliyorsun. Kontrol edemediğin, metafizik bir gerekçeyle Allah, bereketi yok ediyor. Onun için geç kalmadan, herkesin Allah'a dönmesi lazım, Allah'ı sevmesi lazım. İnsanlarda muazzam gaddarlığa eğilim var, sevgisizliğe eğilim var. Hâlbuki sevgi çok zevkli. Niye sevgiden vazgeçtiklerini de anlamıyorum. Merhamet zevkli, şefkat zevkli, affedicilik zevkli, cömertlik zevkli.
Mesela bir fakirin evine yiyecek götürüyorsun. Adam hiç et yememiş, et götürüyorsun. Sebze, meyve, domates, biber falan bolca götürüyorsun, bayağı mutlu oluyorlar. Gözlerinde müthiş bir mutluluk sevinci beliriyor. Onların 10 misli, sen daha mutlu oluyorsun. Güzel olan her şeye şeytan, insanlara 'karşı koy' dedirtiyor, karşı koydurtuyor. Mesela her şeyde kavgaya eğilimliler. Her şeyi kavgayla halletme eğiliminde oluyor insanlar. Hâlbuki dünya o kadar büyük ki, bütün dünyadaki insanlara 1000 kere yeter. Bak 100 kere demiyorum, 1000 kere yeter. Bak, uçsuz bucaksız araziler, hepsi bomboş. Bu dünya herkese yeter. Yeterki insanların kalbinde Allah sevgisi olsun, Allah aşkı olsun. Gerisi kendiliğinden gelir zaten. Ama insanlar bu gerçeğin farkında bile değiller. Boş kalple, materyalist bir dünyaya saplanmışlar, bataklığın içinde çırpındıkça daha da derine batıyorlar.

Komünizmin örtülü din düşmanlığı


Komünizmin örtülü din düşmanlığı
Komünistler kimi zaman barıştan, sevgiden, kardeşlikten bahsederler. Birlik olmaktan, demokrasiden, barış içinde yaşamaktan başka istekleri olmadığını dile getirirler. Oysa gerçekte bu buzdağının görünen kısmıdır. Buzdağının altında dindarlara karşı korkunç bir nefret ve öfke duyarlar. Onlar kendi saflarına geçmedikleri sürece karşı tarafa ebediyen düşmandırlar. Onların inancına göre aralarında bitmek bilmeyen bir çatışma vardır. Bugün güneydoğuda PKK’nın beyni de komünist ideoloji ile yıkanmıştır.  
Bazı komünistlerin kimi zaman sergiledikleri "ılımlı" politikanın gerçek amacını da anlamak gerekir. Gerçekten de dünyada Marxist akımlar, (iktidarda olmadıkları süre boyunca) çoğunlukla keskin ve saldırgan bir din aleyhtarı politika izlemezler. Hatta bazen komünistlerin ağzından dine ve dindarlara karşı saygılı gibi gözüken sözler duymak mümkündür. Peki acaba bu "ılımlı" üslubun amacı nedir? Şimdi bu konuyu açıklayalım.
Lenin'in yazıları arasında bu sorunun cevabını da bulmak mümkündür. "Proleterya Partisinin Din Konusundaki Tutumu" başlıklı makalesinde Lenin, Marx ve Engels gibi ustalarının yorum ve uygulamalarından yola çıkarak, dinle açık bir savaşa girilmemesi gerektiğini, bunun gereksiz bir "siyasi kumar" olduğunu yazmıştır. Lenin, dine olan düşmanlıklarını açıkça ilan eden, dine karşı hakaret dolu kampanyalar yürüten diğer bazı materyalistleri ise (örneğin anarşistleri veya "burjuva ateistlerini") acemi ve saf bulmuştur. Bu kişiler tarafından Marxistler'e yöneltilen "ılımlılık ve "bocalama" suçlamalarını reddetmiş ve "Marxizm'in görünüşteki ılımlılığının" özenle düşünülmüş bir taktik olduğunu açıklamıştır.
Lenin, söz konusu "ılımlı" taktiği 1917'ye kadar, yani komünistler iktidara gelinceye kadar devam ettirdi. Ancak bundan sonra söz konusu ılımlılık ortadan kalktı, aksine tüm Sovyet topraklarında dine ve dindarlara karşı büyük bir baskı başladı. Daha öncesine kadar "ateist olduğumuzu açıkça belirtmemeli ve dine inananları bile saflarımıza almalıyız" diyen Lenin, iktidara geldikten sonra çok daha farklı bir yol izlemeye başladı. Amerikalı tarihçi Robert Conquest The Harvest of Sorrow (Hüzün Hasadı) adlı kitabında Bolşeviklerin din politikasının bazı ana hatlarını şöyle belirler: 1918 anayasasının 65. maddesinde din adamlarının "burjuvazinin hizmetçileri" olduğu ilan edildi. Böylece maaşları kesildi, çocukları ilkokuldan sonra okullara alınmadı.
28 Ocak 1918'de çıkan bir kanunda okullardaki tüm dini eğitim yasaklandı. Daha sonradan 1921 yılının 13 Haziranı'nda 18 yaşın altındaki gençlere dini eğitimin verilmesi yasaklandı. 1929 yılının 8 Nisanı'nda üyelerine yardım dağıtan dini grupların kurduğu yardım fonları, özel ayin toplantıları, çocuklar, kadınlar için yapılan İncil, edebiyat, el becerisi, iş, dini dersler, çocuklar için oyun yerleri düzenleme, kütüphane ve okuma yeri açma, tıbbi yardımı organize etmek de yasaklandı. Resmi emirler kilisenin tüm aktivitelerini yok etti.
22 Mayıs 1929 yılında Anayasanın 18. maddesi düzeltildi ve "dini ve anti dini propaganda özgürlüğü", "dini ibadet yapma özgürlüğü ve anti dini propaganda yapma özgürlüğü" olarak değiştirildi. Aynı zamanda da Eğitim Komiserliği de "okullarda anti din propagandası" emrini verdi.
Kollektivizasyon ile tüm bölgesel ibadethaneler kapatıldı. Dini hatırlatan şeylerin hepsi yakıldı. 20 Şubat 1930 tarihli Batı Bölgesel Komitesinden kişiye özel bir mektup, sarhoş askerlerin köy kiliselerini nasıl kapattığını, dini sembolleri kırdığını ve köylüleri tehdit ettiğini anlatıyordu. Bu kapama tüm dinlere uygulanıyordu.
Bununla beraber, kiliseler kapatıldığında, bunun anlamı dini işlerin dışarıda yapılmasına izin verildiği değildi. Kharkov'da dokuz büyük kilisenin kapatılması aynı zamanda "kiliselerin kapatıldığı şu günlerde özel evlerde dini toplantıların yapılması önlenecek" kararı alındı.
Leningrad'daki Kazan Katedrali anti din müzesine dönüştürüldü. Kiev'deki aziz Sophia katedrali ve diğer kiliseler anti dini merkezler oldu. Kharkov'da St. Andrey sinemaya çevrildi, diğer biri radyo istasyonuna, başka biri makine yedek parçası satan dükkana. Poltava'da ise iki kilise makine tamir atölyesine çevrildi.
Bunlar bütün dinlere uygulandı. Kiliseler ve sinagoglar, Sovyetler Birliği'nde Avrupa bölümündeki kayıtlarda tutuluyordu. İslam da aynı şekilde baskı altındaydı. Komünist dönem boyunca binlerce cami kapatıldı ve çok sayıda din adamı "kulak" olarak damgalanıp öldürüldü veya Sibirya'daki çalışma kamplarına gönderildi. Lenin'in "dine karşı ılımlı olmalıyız" taktiği, Bolşevik Devrimi'nden sonra koyu ve gözü dönmüş bir din düşmanlığına dönüştü. Lenin, milyonlarca insanın hayatına mal olan 1920-21 kıtlığını dahi "insanların Allah'a olan inançlarını zayıflatacak" faydalı bir gelişme olarak görmüştü.
Lenin, Allah'a ve dine karşı duyduğu bu isyankar ruh haliyle, acılar içinde kıvranarak ve akli dengesini yitirmiş halde öldü. Allah, insanlara yaşattığı zulmün ve dine olan düşmanlığının karşılığını dünyada verdi. Lenin'in ardından iktidara oturan Stalin de Lenin kadar dine düşmandı. Bu düşmanlığını, milyonlarca dindar insanı öldürerek, dini kurumları, ibadethaneleri tahrip ederek ve daimi bir ateizm propagandası yürüterek gösterdi. Stalin'in yürüttüğü ateizm propagandasının en önemli unsuru ise evrim teorisiydi. Otobiyografisinde şöyle yazıyordu: "Okullardaki öğrencilerimizin zihnini altı günde yaratılış efsanesinden temizlemek için onlara üç şeyi özellikle öğretmeliyiz: Dünyanın yaşını, jeolojik orijinini ve Darwin'in öğretilerini."
Stalin, Anarşizm mi Sosyalizm mi? adlı kitabında ise Darwin ile yaratılışçı bir bilimadamı ve fosil biliminin kurucusu olan Cuvier'yi karşılaştırıyor ve şöyle yazıyordu: "Marxizm Darwinizm'e dayanır ve onu hiç eleştirmeden kabul eder. Marxistler Cuvier'nin teorisini şiddetle reddederler."