16 Ağustos 2013 Cuma

Biliyoruz ki dış dünyayı algılayan bir et parçası olan beyin değil, ruhtur

Biliyoruz ki dış dünyayı algılayan bir et parçası olan beyin değil, ruhtur
Beynimizin iki yarı küresi ve ruh arasında nasıl bir bağ kuruluyor? Dış dünyayı bir et parçası olan beynimiz mi, yoksa ruhumuz mu algılıyor? Şimdi isterseniz bu soruların cevaplarının bilimsel olarak nasıl açıklandığına bakalım. Bildiğimiz gibi beynimiz iki lobtan oluşur ve her lobun sorumlu olduğu alan, yani bir işbölüşümü var. İki lob arasındaki karşılıklı bilgi akışı 80 milyon kadar aksondan meydana gelen devasa bir köprü ile sağlanır. Ve beynin içinde aralarında kusursuz bir koordinasyonun olduğu birçok parça vardır. İnsanın muhatap olduğu herşey, son derece kompleks fiziksel ve kimyasal işlemlerin ardından beyne iletilmekte, beynin ilgili bölgelerinde yorumlanmakta ve daha sonra beyinden bağlantılı organa veya kasa ne tepki verileceğine dair bilgi ulaştırılmaktadır. 
Peki beyin bu zaruri olan bilgi akışını hiç aksamadan nasıl sağlar, eğer en ufak bir aksaklık olsa ne olurdu? 
Beyinde herbir bölgenin özel fonksiyonu vardır ve herşey elektrik sinyal akışına dayanır, yani beyin elektrik doludur; biri sesleri konuşmaya çevirir, biri renkleri bir manzara olarak biraraya getirir, biri kokuyu kaydeder, biri tanıdık bir yüzü anımsar ya da balığı meyveden ayırt eder. Ancak beyindeki parçaların fonksiyonları sabit değildir ve tüm bu parçalar aynı zamanda birbirlerine bağımlı çalışmaktadır. 
Bayindeki Başlıca Bölümler: 
1. FRONTAL LOB: Bilinçli düşünme; zarar görmesi durumunda ruh hali, hissiyat değişikliği,  
2. PARİETAL LOB: Çeşitli duyu organlarından gelen bilgileri birleştirmesi, nesnelerin kullanılması ve bazı mekansal görüş işlemeleri,  
3. OKSİPİTAL LOB: Görme duyusuyla ilgili bilgilerin işlenmesi,  
4. TEMPORAL LOB: Ses ve kokunun algılanması, yüzler, mekanlar gibi kompleks uyaranların işlenmesi ve,  
5. SEREBELLUM: Duyu organlarından gelen bilgilerle hareketi ilişkilendirmesi ve dengenin sağlanması; 
Her lob, beynin her iki yarımküresinde de bulunur. Bu iki lob arasındaki karşılıklı bilgi akışı 80 milyon kadar aksondan (sinir hücrelerinin uzantıları) meydana gelen devasa bir köprü ile sağlanır. Bu bağlantı sağlanmamış olsaydı, beynin içinde bir kargaşa yaşanırdı. Sadece aktarımın sağlanması değil, aynı zamanda bilgi paylaşımının da hassas bir zamanlamayla yapılması gereklidir. Bu da saniyenin 60.000’da biri kadarlık sürede eş zamanlılığın yakalanmasını gerektirir !!! 
Bu ani hareketliliği ve hızı hiç hayal edebiliyor musunuz? Saniyenin sadece 60 binde biri kadar kısacık zamanda elektrik sinyaler yorumlanıyor, bağlantı kuruluyor ve komuta ediliyor. 
Dış dünyayı tanımamızın tek yolu beynimizin iki lobu arasındaki müthiş koordinasyondur, eğer bu bağ sağlanamasa idi, algıladığımız dış dünyamız olmaz, kendi beynimizin içinde mükemmel netlikte ses, koku ve görüntüler oluşamazdı. Bilindiği gibi bedenin sol tarafindaki eylemlerden beynin sağ kısmı, bedenin sağ tarafindaki eylemlerden ise sol kısmı sorumludur. Bu çok özel bir düzen gerektirir. Çünkü hemen hemen tüm sinirler, beyne giriş çıkışlarında bir taraftan diğer tarafa geçmek zorundadır. Örneğin görme bölgesinde, beynin sağ tarafı sadece sol gözden gelen görüntü ile ilgili değildir. Her iki gözün de sol görüş alanıyla ilgilidir. Aynı şekilde, sol görme bölgesi de her iki gözün sağ görüş alanı ile ilgilidir. Ve Allah beynin bu bilgiyi edinmesi için her bir gözün ağ tabakasının (yani retinanın) sağ tarafından çıkan sinirleri, sol taraftaki görme bölgesine ve her iki gözün retinasinin sol tarafindan çıkan sinirleri de sağ taraftaki görme bölgesine ulaşacak şekilde yaratmıştır. Bu şekilde, sağdaki görme bölgesinde, sol görüş alanının çok iyi tanımlanmış bir haritası oluşurken, sağ görüş alanının haritası ise soldaki görme bölgesinde oluşur. İşte bu özel ayarlama insanın taklid edemeyeceği üstün mühendisliğin belirtisi ve çok ince hesaplara dayalı eşi benzeri olmayan bir mekanizmadır.  
Beyin her iki gözden gelen elektrik sinyallerini eş zamanda birleştirir ve dış dünyayı tanımamızda bize yardımcı olacak mükemmel bir görüntü oluşturur. Eğer görme duyusunda bu eş zamanlılık olmasaydı, bir gözün gördüğü görüntü ile diğer gözün gördüğü görüntü uyumsuz olur, görüntü çiftleşmesi meydana gelirdi. Bilim adamları görüntü verilerinin beynin ilgili kısımlarına nasıl yansıtıldığına açıklama getirebilmektedirler ancak onları asıl şaşkınlık içinde bırakan bu elektrik sinyallerinin beyinde nasıl düzenlendiğidir. 
Gerald L. Schroeder görme olayındaki mucizevi yönlerden birkaçını şu ifadelerle dile getirmektedir: “Biyolojik bilgi transferi süreci hayranlık verici bir hikayedir. Sadece bu olaylar zincirinin tek bir parçasını ele almak istersek, beyin gözdeki retinaya yansıtılan iki boyutlu görüntünün üç boyutlu bir dünyayı temsil ettiğini nereden bilir? Çünkü görüntü bir dizi elektriksel uyarıya dönüştürülür ve bunların her biri... voltaj farklarıdır... Bu aklı nereden almıştır?” (Gerald L. Schroeder, The Hidden Face of God: How Science Reveals the Ultimate Truth, The Free Press, New York, 2001, s. 92) 
Schroeder’in de vurguladığı gibi, elektriksel uyarıların bilgiyi şifreli olarak taşıması, sonra bunların dışarıda var olan maddesel dünyadakinin aynısı olarak beynimizde yorumlanması, üstün bir aklın ürünüdür. Yazarın “Bu aklı nereden almıştır?” ifadesi ile dikkat çektiği aklın gerçek sahibi ise, kuşkusuz hepimizi yaratan, görmemiz için gözler veren Allah’tır. 
Kulaklardan gelen sinyaller de yine çaprazlama bir sistemle beynin diğer tarafına geçerler. Sağdaki işitme bölgesi (sağ şakak lobunun bir kısmı), daha çok sol kulaktan gelen sesleri yorumlarken, soldaki işitme duyumu bölgesi de genelde sağ kulaktan gelen sesleri yorumlar. Eğer işitme duyusunda bu eş zamanlılık olmasaydı, sadece belirsiz yankılar duyulurdu. 
Beynimiz sinyalleri deşifre etmek için analizler yaparken, biz bunun hiç farkına varmayız. Peki tüm bunları algılayan, bir et yığını olabilir mi? İşte bu soru ön yargısız bilim adamlarını da düşünmeye sevk etmektedir. 
Bunlardan biri olan Gerald L. Schroeder işitme algısı ile ilgili şunları sorgulamaktadır: “Ve sırada zor sorunun zor kısmı var: Müzik sesi. Ses dalgaları, kulak zarına çarparak beyin korteksinde kimyasal olarak depolanmış biyoelektrik sinyallere dönüşür. Fakat sesi nasıl duyabiliyorum? Beyinde depolanmış bilgi de dahil olmak üzere buraya kadar olay tamamıyla biyokimyasaldır. Ne var ki ben biyokimyayı duymam. Sesi duyarım. Kafamın içinde bu ses nerede oluşuyor? Veya görüntü; ya da koku? Bilinç nerededir? Karbon, hidrojen, nitrojen, oksijen vb. gibi maddelerden hangisinin durağan atomları, kafamın içerisinde bir düşünce üretebilecek ya da bir şekil yaratabilecek kadar akıllı hale gelebilir ki? (Gerald L. Schroeder, Tanrının Saklı Yüzü, Gelenek Yayınları, çev: Ahmet Ergenç, İstanbul, 2003, s. 20.) 
Ve biliyoruz ki dış dünyayı algılayan bir et parçası olan beyin değil, “Ruh”tur. İnsan zihni biyokimyasal işlemlerin bir sonucu değil sadece, ruhumuzun beyin mucizesini kullanabilmesidir... Zihin ve Bilinç budur işte... 
Dokunma duyusu, başın yan lobunda beden duyumu bölgesinde algılanır ve yorumlanır: 
Bu bölge, tam alın ve başın yanlarındaki loblar arasındaki ayrımda yer alır. Bedenin yüzeyinin çesitli kısımlarıyla, beden duyumu bölgesinin kısımları arasında çok özgün bir iletişim vardır. Sağdaki beden duyumu bölgesi, bedenin sol tarafından gelen duyumlarla, soldaki beden duyumu bölgesi ise bedenin sağ tarafından gelen duyumlarla ilgilidir. Alın ve başın yanlarındaki loblar arasındaki yarığın tam önünde yer alan bir alın lobu bölgesi (hareket bölgesi), bedenin çesitli organlarını harekete geçirmekle yükümlüdür. Bedenin kasları ile beyin hareket bölgesinin çeşitli alanları arasında çok düzgün bir iletişim vardır. Sağdaki hareket duyumu bölgesi, bedenin sol tarafına kumanda ederken, soldaki hareket duyum bölgesi, bedenin sağ tarafına kumanda eder. 
Tüm duyu organlarımızdaki ortak yön, dışarıdan aldıkları uyarıcıları elektrik sinyallerine dönüştürerek beyindeki ilgili duyu merkezilerine aktarmaktır. İşte bu noktada çok şaşırtıcı bir gerçek karşımıza çıkar: Beynin duyu organlarından aldığı mesajların tümü aynı tür uyarılardan meydana gelmektedir. Beynin çeşitli merkezlerine ulaştırılan bu uyarıların hepsi elektrik akımları şeklindedir. Birbirinin aynı olan elektriksel akımların, birbirinden çok farklı bilgiler içermesi ve beynin farklı merkezlerinde farklı etkilere sebep olması son derece hayret verici bir durumdur. 
Susan Greenfield İnsan Beyni adlı kitabında bu olağanüstü duruma şöyle dikkat çekmiştir: “Görsel kortekse gelen elektrik sinyalleri görme olarak algılanırken, beynin somatik-duyusal korteks ya da işitme korteksi gibi farklı bir bölümüne gelen tamamen aynı türden elektrik sinyallerinin neden dokunma ve duyma olarak algılandığı, beynin bir diğer şaşırtıcı ve gizemli yönüdür.” (Susan Greenfield, İnsan Beyni, Varlık Bilim, 2000, s. 61) 
Greenfield’in “gizemli” olarak ifade ettiği gerçek, aslında son derece açıktır: Duyu organlarımızın işleyişi, bedenimizin tüm diğer fonksiyonları gibi kusursuz bir yaratılışla var edilmiştir. Allah aynı kara topraktan birbirinden çok farklı renklerde, tatlarda, kokularda bitkiler, meyveler çıkardığı gibi, birbiriyle aynı elektrik sinyallerinin beynimizde birbirinden tamamen farklı şekillerde algılanmasını sağlamaktadır. Bu sayede dış dünyadaki renkleri, kokuları, tatları kusursuz şekilde hissedebilmekteyiz. Bir et parçası olan beynin, milyonlarca faaliyeti aynı anda, kusursuz bir koordinasyon içerisinde gerçekleştirebilmesi elbette kendi yeteneği değildir, bu yaratılıştaki müthiş programın bir sonucudur. 
Gören, işiten, koku alan, sıcak, soğuk, kıvam, biçim, derinlik, uzaklık gibi dokunma duyularını hisseden, görüntüleri, bir televizyon ekranından izler gibi izleyen, izledikleri ile sevinen, üzülen, heyecanlanan, hoşnutluk duyan, telaşlanan, merak eden kısacası tüm duyularımızı kontrol eden şuursuz atomların oluşturduğu, su, yağ protein gibi maddelerden meydana gelen beyin değildir. Beyin tüm bu algıların sahibi olamaz, çünkü beyin aslında sulu ufak kaslardan oluşan bir organdır yalnızca, yani hisseden beyin değildir. Hayatımız boyunca yaşadığımız olayları beynimizin içindeki ekranda izleyen varlık, “RUH”tur.. Her insan göze ihtiyaç duymadan görebilen, kulağa ihtiyaç duymadan duyabilen, beyne ihtiyaç duymadan düşünebilen bir ruha sahiptir. Ne göze, ne kulağa ihtiyaç duymadan, beynin içinden herşeyi hayal edebilmemiz zaten bunun en iyi göstergesidir. 
“İşte gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, üstün ve güçlü olan, esirgeyen O'dur. Ki O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona Ruhundan üşedi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz?” [Secde Suresi, 6-9.ayet] 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder